‘NAFTA gribi’ insanlığı tehdit ediyor!
Dünya genelinde şu ana kadar kesinleşmiş domuz gribi (H1N1) vaka sayısı 4694. 30 ülkeye yayılan hastalıktan 53 kişi hayatını kaybetti. Salgın hâlâ da doğrudan engellenebilmiş değil.
Geçtiğimiz haftaya kadar güçlü ve yakın bir salgın tehlikesi uyarısı olarak alarm seviyesinin beşinci dereceye yükseltilmesine karşın, Dünya Sağlık Örgütü’nün elleri yıkamak gibi gündelik kişisel temizlik önerileriyle yetindiği bir salgın bu. Bu demek oluyor ki, gripten korunma ya da grip vakaların tedavisi konusunda hâlâ bir gelişme yok. Bir anda bir grip salgınının tüm insanlığı tehdit ettiği dünyada bu durumu rahatça tıbbi, bilimsel geriliğe yorabilir miyiz? Sanmıyorum.
Nedir domuz gribi?
H1N1 adıyla bilinen ilk domuz gribi vakalarının, Meksika Veracruz’un yoksul La Gloria kasabasındaki domuz tekeli Smithfield Şirketi’nden çıktığı biliniyor. Virüsün bu bölgeden çıkıp, yayıldığı Kaliforniya, Kuzey Karolina gibi yeni alanlarda evrimleşerek domuz-kuş-insan gribi olarak şekillendiği ve bugünkü H1N1 adını aldığı da bilinen bir gerçek. Gerçekler bununla sınırlı kalmıyor. Bu Smithsfield gibi endüstriyel hayvan çiftliklerinin bulunduğu bölgede, çiftlik atıklarından dolayı çevre halkının yıllardır rahatsız olduğu da biliniyor.
Bilinen bir başka gerçekse, aynı Smithfield Şirketi’nin daha önce de Atlas Okyanusu kıyısındaki Chesapeake Körfezi’ni kirlettiği de ortaya çıktığında, şirketin ABD yasalarınca tarihinin en büyük cezasına çarptırılmış olması.
Daha da önemlisi şirketin bu cezadan NAFTA -Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması- ile paçayı yırtması ve isim değiştirerek işgücünün daha ucuz olduğu ve ABD’nin yabancı sermaye teşviklerinden yararlanabileceği Meksika’ya kaydırılarak, benzer koşullarda üretimini sürdürmesi gerçeği. Bu durumda yetkililer gribin adını Tip A mı, H1N1 mi diye düşünürken, ‘NAFTA gribi’ kötü bir isim gibi durmuyor.
Peki, bir salgın neden bütün insan ırkını tehdit ediyor?
Aslında kapitalizm tarihi 19-20. yüzyıllar arası bilhassa Avrupa’da, salgınlarda ölen milyonların tarihidir. Bu açıdan, domuz gribi vakaları da alınmayan önlemleriyle, salgından bile kâr etme çabasındaki kapitalist mantığın, neo-liberal politikaların kurbanı olmuştur.
Örneğin Obama hükümeti; sınırları kapatmanın ya da Meksika ile yapılan ticareti sınırlandırmanın hiçbir faydası olmayacağını söyleyerek gerçekçiliğine bizi inandırmaya çalışırken, salgını durdurabilmek için ufukta bir tedavi planının gözükmemesine karşın, Kongre’den büyük ilaç şirketlerine milyar dolarlar aktarmayı planlamıştır. Zamanında endüstriyel hayvan şirketlerinin denetimiyle belki de çok rahat önlenecek bu salgın, şimdi gerekli tedbirlerin alınmamış olması ve yarattığı korku nedeniyle yine ilaç tekellerine büyük kârlar sağlamaktadır.
Örneğin; Tamiflu adıyla Gilead Sciences firmasının ürettiği ilacın, domuz gribi için olduğu söylentileriyle şirket bu gripten milyon dolarlık kârlar elde etmiştir. Özellikle bu şirketin kuş gribi salgınında da ABD hükümetinden üç milyon dolar aldığı ve şirketin bir hissedarının da Donald Rumsfeld olduğu düşünülürse, tedbirler konusunda çok da iyi niyetli düşünmek mümkün olmuyor.
Bu konuda son noktayı Türk Tabipler Birliği ve Veteriner Hekimler Odası koyuyor: “100 yıl sonra hepatit, AIDS, kuş gribi, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ve arkasından domuz gribinin dünyanın pek çok ülkesini tehdit ediyor duruma gelmesi de bize göre son 30 yıldır tüm alanlarda toplum yaşamını ve sağlığını koruyucu hizmetlerin hızla piyasalaştırılarak ticaretin konusu haline getiren, işsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu artıran sosyal politikalarla ilgili görülmektedir. Sanki mikroplar daha fazla kâr için doğal ve fiziki çevrenin tahrip eden, kaynakları acımasızca yağmalayan neo-liberal anlayış ve politikaların yani; toplumsal eşitsizliğin, yoksulluğun, yoksunluğun, adaletsizliğin hesabını sormaktadır.”
Yazan: Canan Yılmaz (28 Mayıs 2009)
Yorumlar kapalıdır.