12 Eylül’ü süsleyip sıvayan anlayışa, cevap gibi bir kitap: “Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979”

Son yıllarda, öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül’ü anlatan filmler, kitaplar ve dizilerle buluştuk. Bu yayınlarla, 80 öncesi Türkiye’sini kimimiz yeniden canlandırdık zihinlerimizde, kimimiz ilk defa oluşturduk. Bazen de darbenin yarattığı toplumsal yapıyı izledik/okuduk. Peki, insanlarıyla, dekoru ve senaryosuyla bu canlandırmalar ne kadar gerçekçi?

Bu yayınların ortak özelliği, geçmişin geçmişte kaldığı fikrine saplanıp kalmaları! “Keşke darbe gibi kötü şeyler hiç olmasaydı!” vurgusu. Sanki bir gece öcü gelmiş, ortalıkta ne var ne yok silmiş süpürmüş, işkenceler, kanlar… Peki, ama neden? Niye bunca eziyet, kimde kabahat? Şu anki dünyayla hiçbir ilgisi yok mu yaşananların, her şey bir gecede değişti mi?

Karikatürize edilmiş karakterlerle dönemin sorunları ve sloganları klişeleştiriliyor, bir yandan da bizlere bugün bambaşka bir dünyada olduğumuz fikri aşılanıyor. Peki, gerçekten bugün bambaşka bir dünyada mıyız? 1980 öncesi yaşananlar, acı ve hüzünlü günlerden ibaret miydi? Keşke hiç yaşanmasaydı deyip kestirip atarak, sebepleri ve sonuçları işçi ve emekçilerin gözünden incelemeyerek nereye varılabilir? Ve en önemlisi, olayları bu şekilde süsleyip sıvamak kimlerin yararınadır?

Her şeyden önce şunu vurgulamak gerekiyor: Bugün açlık, sefalet ve ’80 öncesi var olan her tür ekonomik, politik, sosyal sorun devam ediyor. Türkiye burjuvazisinin, emperyalist-kapitalist dünyayla iyiden iyiye bütünleşmesinin bir aracı olan 1980 darbesiyle birlikte, sorunlar hiç olmadığı kadar hızlı etkiliyor biz işçi ve emekçileri. Neoliberal politikalar, 1980 darbesiyle ilk kamçısını vurdu: Esnek çalıştırma, taşeronlaşma, işsizlik, sosyal hak gaspları, devletin -burjuvazinin yararına- küçülmesi… İşçi örgütleri dağıtıldı, sosyal dayanışma parçalandı ve kapitalizmin 1980 model anayasası yürürlüğe girdi. İşte, 1980 askeri darbesini, onun parçaladığı ve şekillendirdiği toplumu yansıtırken, darbenin bu işlevini ve sonuçlarını görmezden gelerek perdeyle örtmek kabul edilemez. Gerçeği sanat aracılığıyla yeniden üretirken efsaneleştirmek, ikonlaştırmak ancak burjuvazinin işine gelir.

Peki, hiç olumlu örnek yok mu? Elbette var. Örneğin Mine Söğüt’ün “Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979” romanı, bu yeniden canlandırma banyosunda yıkanmak istemeyen, fakat yine de farklı bir seçenek arayanlar için. Sıradan insanları, toprağı, suyu ve atmosferiyle, gerçekten yaşanmış olayları masalsı bir dille anlatıyor Söğüt. Geçmişi aklamak gibi bir dertle değil, hatta biraz da karamsar bir yaklaşımla gerçekleri suratınıza vurmak için, olup bitenleri yorumlamayı okura bırakıyor. En çarpıcı yanı, kitabın sonundaki almanakla, 1979’da gerçekten neler yaşandığını, bu sefer gazetelerin diliyle, ay ay paylaşması. Bir anlamda, 12 Eylül’e giden süreç sanatla nasıl yoğrulur, gösteriyor.

Kitabın tanıtımından

Size tuhaf bir hikâye anlatacağım.

Mevsimlerle ilgili; toprakla, zamanla, gece ve gündüzle ilgili;

geçmişle ilgili; biraz da benimle ilgili.

Ben Şahbaz…

Kuşlardan bembeyaz bir doğan, şahların şahı bir insan.

Size tuhaf bir hikâye anlatacağım. Bir sürü küçük hikâyeden oluşan, kocaman tek bir hikâye…

Anlatacağım hikâyenin kahramanları gerçekten yaşadılar.

Belki adları farklıydı; yaşadıkları hayatlar ve geceleri gördükleri düşler de;

Bambaşka acılar çekmiş olabilirler, bambaşka şeylere sevinmiş belki.

Ama hepsi gerçekti…

Künye

Yazar: Mine Söğüt

Sayfa: 346

Ölçü: 13.5 x 21 cm

ISBN: 978-975-08-1228-6

Yıl: 2007

Yayınevi: Yapı Kredi Yayıncılık

Fiyat: 18 TL

Yorumlar kapalıdır.