Demokratikleşme hokus pokusçuları iş başında

Yeni demokrasi duası: İki maddelik kanun değişikliği, bir maddelik Kürt açılımı…

Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabilmesini sağlayan yasal düzenleme ve Kürt Açılımı girişimleri yeniden “demokratikleşme” tartışmalarını gündemin birinci sırasına taşıdı. Baştan söyleyelim, bu düzenleme ve girişimlerle demokratikleşmenin birlikte anılması ancak bir komedi olabilir. Ortada demokratikleşme adına gerçekleşen hiçbir şey yok!

Olduğu söylenenler öze değil biçime dair değişiklik ve girişimler. El çabukluğuyla şapkadan tavşan çıkarır gibi demokrasi çıkaracaklarını iddia edenlere inanmamız için ortada bir neden bulunmuyor. Tam tersine inanmamak, güvenmemek için fazlasıyla sebebimiz bulunmakta. AKP bu hokus pokus oyununu hükümet olduğu 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana sürdürüyor. Geçmişinden kalan bir özellik olsa gerek, iki madde bir açılım ile demokrasi duasını da takdim etmiş durumda…

Bu el çabukluğunun meraklısı yok dersek yanlış olur. Meraklısı da çok, destekçisi de… Belli ki oyunu yazan ve sahneye koyanların ortak çıkarları var. Hükümet tarihi işler yaptığını iddia ederken bu nedenle destekçileri de devrim diye alkışlıyor. Anlayacağınız demokratikleşme bile yetmedi, devrim aşamasına geçti hükümet ve yandaşları! Hiçbirimiz anlamadık, sabahtan akşama Türkiye bambaşka bir ülke oldu ya da olmak üzere… Tabii devrim dediğiniz böyle bir şey değil desek çok gereksiz bir açıklama olacak…

Bir şiir okumuş, bütün hayatı değişmişti!

AKP hükümetinin sözüm ona kendini demokratikleşme şampiyonu ilan ettiği hepimizin malumu. Bugüne dek, bu ülkede, demokratikleşme adına ne yapıldıysa, hepsini hazretler kendileri yaptı… İnsanoğlu işte böyledir, kendi yapar kendi tapar. Gün gelir bir şiir okur ve bütün hayatı değişir. O güne dek, her neyin mücahidi ise, o günden sonra, birden demokrasinin mücahidi olur. Marks’ın o güzelim sözleriyle ifade ettiği gibi: “Her toplumsal çağın, Helvetius’un dediği gibi kendi büyük adamları vardır, ve eğer onları bulamazsa, kendisi yaratır, icat eder.”

Evet, icat edilmişler şimdi tarih yazdıklarını iddia ediyorlar…

Şemdinli Savcısı, 27 Nisan Muhtırası ve demokratikleşmenin yolları taştan

Başından bu yana AKP, kendinden önceki hükümetlerden daha farklı olduğu iddiasını taşımaktaydı. Bu iddiasını bugüne kadar özellikle TSK ve CHP ile girdiği tartışmalar üzerinden gösterme gayretinde oldu. Oysa bu o kadar aldatıcı, yanıltıcı bir görüntü ki! Hatırlayalım; AKP hükümeti ne Şemdinli davasının üzerine gidebildi; ne de 27 Nisan Muhtırası sonrası sorumlular hakkında yasal işlem başlatma cesaretini gösterebildi. Yaptığı birincide Şemdinli Savcısı’nın meslek hayatının bitirilmesine seyirci olmak, ikincide acil olarak erken seçim kararı alarak seçmenin ve parlamentonun iradesini ayaklar altına almaktı. Bunları unutmadık…

AKP hükümetinin icraatları bu kadarla sınırlı mı kaldı? Başta Kürt sorunu olmak üzere rejimin baskıcı inkârcı tüm temel tutumlarında, yani demokratik hakların her alanda kullanımının engellenmesinde, askerle -ve emniyetle- birlikte aynı tutumları aldığı gözlerden kaçmadı, AKP hükümetinin…

Ne mi yaptı? Örneğin İstanbul’da bir Ermeni Konferansı gerçekleştirmek isteyen insanları ihanetle suçladı. Dil sürçmesi de değilmiş, anlaşıldı. Bu anti-demokratik anlayışı 301. Madde ile taçlandırdı. Bir yandan Ermenistan ile buzları kırıyoruz havaları atarken diğer yandan “Ermenilerden Özür Diliyorum!” diyenleri bir kez daha ihanetle itham etti. Sonuç! Öncesiyle sonrasıyla Hrant Dink’in katledilmesine de neden olan bir süreç oldu bu… Ve bu felaket bile yetmedi susmalarına…

Örneğin 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen işçileri -2007’de, 2008’de, 2009’da- bütün bir İstanbul kentini sıkıyönetim altına almayı da göze alarak bastırdı… Örneğin zımnen terörist ilan ettiği DTP’lilerle görüşmeyi kabul etmedi.

Türküm demeyen sözde vatandaşlar ve demokratikleşme meselesi

Pekiyi, asker ne yaptı? Kendini Kürt sorununda taraf ilan etti. Sırf DTP’liler orada diye parlamentoya gitmeyi bıraktı! Ne diyordu asker, verdiği e-muhtırada; “Ne mutlu Türküm demeyen ilelebet Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanı olacaktır…” Ve ne demişti bir zamanlar yine asker; “Sözde vatandaş!”. Obama hatırına “sözde vatandaşlara” rağmen parlamentoya giden asker acaba kuralını bozmuş mu oldu? Önemli olan niyet olduğuna göre, bozmuş da sayılmaz…

“Sözde vatandaş”lara “kadın da, çocuk da olsalar…” diyerek kükreyen şimdi demokratikleşmeden bahseden başbakan ve onun hükümeti AKP değil miydi? Ne olmuştu sonra o çocuk ve kadınlara, kaçı ölmüş, yaralanmıştı? Demokratikleşme, öyle mi? Kürt Açılımı, öyle mi?

Mesajı almaya devam ediyoruz… Erbakan’dan beri özellikle bu kesimlerin izlediği bir politikadır bu! Zorda kalınca “peygamber ocağı ordu” söylemlerine sarılan nice hükümetler gördü bu ülkenin insanları. Tabii mezarlıkta ıslık çalmanın kimseyi korkularından kurtardığı da görülmüş değil. Elde edilen sadece yasak savmak…

Bir yanda küçücük Uğur Kaymaz’ın göz göre göre babasıyla birlikte delik deşik edilip öldürülmesi duruyor; öbür yanda 301. Maddenin aramızdan alıp götürdüğü Hrant Dink…

Sormak gerekiyor bu zatlara, hangi demokratikleşmeden bahsediyorsunuz siz?

Bir yanda sayısını söylemeye yürek dayanmayan yargısız infazlar, bir yanda aklın gerçekten zorlandığı kadar çok insanımızın yitip gittiği bir savaş…

Sormak gerekiyor, hangi Kürt Açılımı’ndan bahsediyorsunuz?

Demokrasi de özgürlük ve hayal gibi bir tüketim malıdır artık…

Kuşkusuz satıcı malını kötülemez. Elindeki neyse onu en güzel şekilde allayıp pullayıp ahaliye yutturmaya çalışacaktır. Onu anladık! Ya iki satırlık yasal düzenlemeleri devrim diye alkışlayanlara ne demeli? Bu iş bu kadar mı kolay, bu kadar mı ucuz! Madem demokratikleşme iki satır yazıdır, sivil askeri -hâşâ, tabii ki uygun şartlarda- yargılama hakkını kazanmıştır ve ülke makûs talihini yenme yoluna girmiştir, tamam, ama sormazlar mı; bunca yıl, onca acı ve gözyaşı o iki satır yazılamadığı için mi yaşandı diye?

Türkiye tarihine baktığımızda “demokratikleşme” adına bugüne dek ne yapılmak istendiyse bunun rejim tarafından engellendiğini görürüz. Hükümetlerin görev süreleri boyunca asli işlerinden biri, “demokratikleşme” girişimlerini, arayışlarını ezmek olmuştur… Son 25 yılın gerçeği de budur!

Evet, bu ülke demokratikleşmelidir. Bu ülkede Kürt sorunu çözülmelidir. Bunu AKP hükümeti yapamaz; yapamayacağını da 7 yıllık icraatıyla kanıtlamıştır. Kim yapacak? Kuşkusuz işçi sınıfının öncülüğünde; Kürt halkı, emekçiler, tüm ezilen ve sömürülenler birlikte yapacak…

Yorumlar kapalıdır.