Asker-Polis rejiminde yaşamak

Bu ülkede yaşıyorsanız siz de tecavüze uğradınız… Evet, uğradınız! Bedeniniz, zihniniz, kimliğiniz ve emeğiniz bu şiddetin defalarca muhatabı oldu.

Kadın yahut erkek; düşünen, soran, sorgulayan; Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez… işçiler, ezilenler olarak bu şiddetin defalarca mağduru olduk.

Ailede, okulda, işyerinde, meydanlarda… Hakkımızı aradığımız bir greve polis müdahalesinde mesela; ya da anadilde eğitim hakkımız çiğnendiğinde; düşüncelerimize kalıplar biçildiğinde… O kalıba sığmadığımızda, o kalıba girmediğimizde, o kalıbı kırdığımızda hedef olduk.

Bu ülkede yaşamak böyle bir şey…

Gözetlenmek gibi mesela…

Ya da dinlenmek…

Sorgu-sual…

Sürekli yeniden üretilen bir korku, bir güvensizlik mekanizması içinde daha fazla kuşatılan ve bizim olmaktan çıkan hayatlarımızla sürdürülen bir yaşamak işte…

Okullarda, işyerlerinde, sokaklarda kayıt altındayız. Köşe başlarında kimlik sorgulamalarına takılmamak mümkün değil. Bitmez tehlikeler, bitmez düşmanlar var. Korku büyüyor; herkes bir tehdide dönüşüyor. Devlet herkesi ve her şeyi kontrol altına almaya çalışıyor. İnternet sitelerine erişimimiz engelleniyor. Paylaşım alanları kısıtlanıyor.

Devlet, rüştünü vatandaşına uyguladığı kontrol-baskı yöntemleriyle ispata kalkıyor. Avrupa’dan bile öndeyiz diye övünüyor mesela “Akıllı” dediği yeni kimlik kartı uygulamasını anlatırken. Kişi hakkındaki tüm bilgileri, belgeleri tek bir kartta topluyor.

Peki ya nereye kadar? Önlemse ne kadarı yeter? Devlet “vatandaş”ından korkarsa ona ne kadar güç yeter? Yetmez. Ne Şemdinli, ne Dağlıca ne Aktütün ona yetmez!

Bu yüzden, bu ülkede yaşamak ölmek gibi diyelim. Bu ülkede yaşamak, ölmek gibi bir şey!

Gözaltında mesela…

Ya da panzer altında…

Tekme-tokat…

Ya da boş verelim hepsini, polis elinde diyelim. Bu ülkede Azrail, polis gibi bir şey!

Peki, polis kim? Üniforması kadın kaçırmaya, tecavüz etmeye meşruluk sağlayan; ya da bizzat tecavüz eden, insan döven, öldüren polis… Karşı duramadığın, ‘dokunamadığın’ polis…

Ne Ali ne Ayşe. Tek tek her birinde vücut bulan, kimlik bulan devlet otoritesi. Bizi kimliksizleştiren dayatmanın gücü işte bu!

Tek millet, tek dil, tek bayrak altında. Kollayan, kutsayan ve kuşatan otorite… Meclis açan, parti kapatan; parti açan, meclis kapatan. Senden benden öte… “Uğruna can feda”… Asker gibi bir şey!

Bu ülkede yaşamın adı: Asker-polis rejimi. Bu ülkede yaşamın adı hâlen 12 Eylül!

Ki bu rejim, işçi sınıfının tüm dünyada yıllarca süren mücadeleler sonucunda elde ettiği hakları askıya aldı. Emperyalizmle işbirliği içinde sürdürdüğü politikalarla sınıf mücadelesinin önüne set çekti. Yok etmekten çekinmedi. Acımadı, acıttı, kanattı!

Yüzünü, Kürt halkına, imha yoluyla gösterdi. Sürekli ve sistemli bir inkâr ve baskıyla kendinden farklı olanı dışladı, ezdi, susturdu, yok etti!

Madımak, Gazi olayları, “Hayata Dönüş” operasyonu, sınırötesi operasyonlar vb. hepsi birer yüzü bu rejimin.

Bu rejim, Ergenekon’u büyüttü. Hrant’ı öldürdü.

Düşünceyi, düşünmeyi, umudu yasakladı…

Ant içirdi, kan kusturdu bu rejim!

Ve değil mi ki 12 Eylül anayasası hâlen yürürlükte, kurumları hâlen ayakta, algısı hâlen taze; bu ülkede yaşamın adı darbenin adıdır. Ölümün yaşama, dünün yarına, sermayenin emeğe tecavüzünün adıdır!

Bu yüzden, bu ülkede mücadele, hâlen ve öncelikle 12 Eylül ile mücadeledir. 12 Eylül rejiminin teslim aldığı yaşama yeniden ad verme mücadelesidir.

Yazan: Cemre Sava (27 Aralık 2008)

Yorumlar kapalıdır.