Kürt halkının siyasal demokrasi hakkı engellenemez!

İlerilik ve geriliklerin iç içe geçtiği bir süreç yaşıyoruz. Bir yandan on yıl önce varlıkları dahi tartışma konusu olan Kürtlerin reddedilemez siyasal ve toplumsal varoluşuna tanık oluyoruz. Nitekim bugün Türkiye’de rejimin en bağnaz kesiminden en faşist burjuva siyasi partiye kadar Kürt halkı gerçeğini reddedebilecek tek bir odak kalmamıştır.

Bugün Kürtlerin aslında Türklerin bir kolu olduğu söylemi üzerinden -meczup muamelesi görmeden- bilim ve siyaset yapabilmek mümkün olmaktan çıkmıştır. Bunu yapanın bilimsel ve/veya politik itibarının yerlerde sürüneceği, ciddiye alınmayacağı artık bir gerçekliktir. Bu durum öylesine büyük bir gerçekliktir ki kendilerine vatansever kuvvetler gibi isimler takan ultra faşistler bile Kürtlerin nüfus artışının korkutucu olduğu teziyle binlerce kişilik ölüm listeleri hazırlayarak bu gerçekliği -Kürtlerin varoluşunu- tersinden teyit etmek durumunda kalmaktadır. İçinden geçtiğimiz sürecin ileriliği işte budur. Kürt halkı vardır ve dostu da düşmanı da artık bu toplumsal-siyasal gerçeğe göre konumlanmak durumundadır.

Açılım sürecinin asıl belirleyeni sermaye sınıfı

Diğer yandan Kürt halkının siyasal-toplumsal varoluş gerçeğini artık önleyemeyeceğini gören Türk burjuvazisi de sermayenin çıkarları doğrultusunda devletin ve rejimin bu yeni gerçekliğe göre şekillenip, yapılanması gerekliliğini görmüştür. Burjuvazinin bu anlayışı özünde Kürt hareketini çözmeye, siyasal açıdan yönünü saptırmaya ve bir bütün olarak sermayenin çözüm projesine eklemeye dayanmaktadır. İçinden geçtiğimiz sürecin geriliği de budur. Türk burjuvazinin bu noktadaki tercihi ve çıkarı siyasal-toplumsal alanın bir anayasal vatandaşlık ve yurttaşlık çerçevesinde tanımlanmasına dayanmaktadır. Ve bu hedefin demokrasi sosuna batırılmış, özünde emeğin neoliberal politikalarla daha yoğun sömürüsü anlamına gelen Avrupa Birliği projesiyle uyum içinde olması da şaşırtıcı değildir. Turgut Özal’dan bu yana –inişli çıkışlı bir seyir izleyerek- bu anlayış doğrultusunda AKP hükümetine kadar da gelinmiştir. Bu süreç boyunca Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi gibi doğrudan büyük burjuvazinin bu soruna müdahil olmak istediği örnekler olduğu gibi sermayenin en tepesinde duran Sakıp Sabancı’nın hazırlattığı meşhur Doğu Anadolu Raporu gibi örnekler de olmuştur. Bu noktadan hareketle bugün siyasal alanda olmakta olan her şeyin özünde, Türkiye sermaye sınıfının egemen olduğu devlete, çıkarları doğrultusunda istediği içerik ve biçimi verme mücadelesi olduğunu tespit etmemiz gerekir. Sermaye sınıfının kendi içinde farklı çıkar gruplarına bölünmüş olduğu ve bu bölünmenin rejim içi mücadele ve krizlere yol açtığı tabii ki bir hakikattir. Lakin giderek daha fazla oranda ve açık bir şekilde yeniden yapılanma isteyen -bir anlamda ekonomide liberal, politikada milliyetçi-muhafazakâr olan- büyük burjuvazinin bu arzusunu daha fazla ertelemeyi istemediğini de söyleyebiliriz.

Açılım bir devlet/hükümet projesi ve bitmedi

Bu noktada sadece Kürt sorununda değil Alevi, Ermeni, Kıbrıs vb. diğer alanlarda da söz konusu olan “açılımlar” AKP hükümetinin isteğiyle sınırlı olmayıp, ötesinde doğrudan sermaye sınıfının isteğiyle belirlenmekte ve bir devlet/hükümet projesi olarak gerçekleşmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin oybirliğiyle aldığı kararla DTP’yi kapatması bazı çevrelerce “açılım”ın bir devlet/hükümet projesi olmadığının kanıtı sayıldı ve bu anlamda “açılım” sürecinin de sonu olarak ilan edildi. Oysa Yargı önemli bir rejim gücü olarak başından itibaren sadece “açılım”a değil AKP’nin hükümet etmesine de ciddi bir karşı duruş sergiledi. Diğer bir ifadeyle başını Anayasa Mahkemesi’nin çektiği Yargı gücünün başından itibaren “açılım”a karşı olduğu biliniyordu ve bilinen tezahür etti. AKP’nin “laikliğe karşı odak” olmakla fişlenip kapatılmaktan son anda kurtulmasını dahi hatırlamak yeterli olacaktır. Lakin devletin sahibinin ve rejimin gerçek gücünün Yargı olmadığı ve sermaye sınıfının ve temsilcisi AKP hükümetinin izlenecek yol haritasına Anayasa Mahkemesi’nin karar vermeye devam etmesine izin vermeyeceği açıktır. Yargı’nın yekpare bir yapıda olmaması, bizzat kendi içinden Yargı’nın burjuva parlamenter güçler dengesini bozduğu yönündeki eleştirilerle birlikte bu alanda güçler dengesini değiştirecek ciddi değişikler olacağını öngörebiliriz. Kuşkusuz bu değişikliklerin DTP gibi partilerin kapatılmasına engel olacak düzenlemeler getireceğini beklemek -en azından mevcut aşamada- ancak hayal olabilir.

DTP’yi AKP kapatmadı ama kapatılmasına engel de olmadı

Bir diğer değerlendirme ise DTP’yi AKP’nin kapattırdığıdır. Gerçekten DTP’yi AKP mi kapattırdı? AKP’nin Anayasa Mahkemesi’ne DTP’yi kapat deme gücünün olduğunu düşünmek için bir sebep bulunmuyor. Soruyu, “AKP, DTP’nin kapatılmasını engellemek için siyasi ya da hukuki herhangi bir girişimde bulundu mu?” diye sorarsak cevabımız kuşkusuz hayır olacaktır. DTP’yi AKP kapattırmadı ama kapanmasını engelleyecek en ufak demokratik bir tutum da göstermedi. Tam tersine DTP’nin kapatılmasını hemen kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kullanmaya girişti. AKP’nin, DTP’nin kapatılmasının ardından parti kapatmaların yanlış olduğu açıklaması bu kurnazlığın bir ifadesidir. MHP ve CHP karşısında sözüm ona demokrasi yanlısı görünme hareketleri yapan AKP’nin bu kurnazlığını sanırız Türkiye’de yutacak kimse kalmadı. İşin ilginç yanı TSK, hükümet, burjuva muhalefet partileri ve çeşitli renkleriyle sermaye sınıfı dâhil herkes aslında DTP’nin kapatılmasından memnun oldu. Şimdi parmaklarını bir çocuğa nasihat verir gibi sallayarak konuşan bu zatlar parti kapatmanın yanlış olduğunu ama DTP’nin de terörle (PKK ile) arasına mesafe koymadığını söyleyerek adeta kendi düşen ağlamaz demeye getiriyorlar.

DTP kapatıldı çünkü Kürt sorununda muhatap istenmiyor

İstenen de buydu zaten. Kürt sorunu başından itibaren Kürt halkının siyasi önderlikleri devre dışı bırakılarak çözülmek istenmekteydi. Kürt siyasal figürlere düşen ya da onlardan beklenen sadece sermaye sınıfının ve hükümetin/devletin çizdiği rolü oynamalarıydı. Onlar ellerine verilen rolleri oynamak istemedikçe daha fazla oranda minderin dışına itilmek durumunda kaldılar. Sonuçta öyle bir noktaya gelindi ki AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç verdikleri ezbere göre konuşmuyor diye DTP Eşbakanı Emine Ayna’ya “yaratık” demeye kadar vardırdı işi. İşte bu yaklaşımın taşıdığı zihniyetle 24 Aralık günü birçok ilde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla yaklaşık 80 kişinin gözaltına alınması birebir aynıdır. Gözaltına alınanlara bakınca dokuzunun DTP’nin kapatılması sonrası BDP’ye geçen Batman, Cizre, Siirt, Viranşehir, Suruç, Çınar, Kızıltepe, Sur belediye başkanları olduğu görünmekte. Bu gözaltılar Kürt sorununun muhatapsız çözülmek istenmesinin birer örneği. Hatırlanacağı üzere 28 Mayıs 2009 tarihinde de benzer bir toplu gözaltı gerçekleşmişti. 35 KESK üyesi polisin gerçekleştirdiği operasyonlar sonucu gözaltına alınmıştı. Operasyonun yine PKK’ye yönelik olduğu açıklanmıştı. Bu operasyon ve gözaltıların hem baskı ve yıldırma amaçlı olduğu hem de Kürt sorununda dikensiz gül bahçesi arandığı açık. Diğer yandan hükümetin süreci ince bir ayarla ikili götürmeye ve inisiyatifi elden bırakmamaya çalıştığı da görülüyor. DTP’nin kapatılmasına, birçok gözaltı uygulaması olmasına rağmen Öcalan’ın yeni hücresi konusunda bir dizi “iyileştirmenin” yapılması da bu durumun bir göstergesi.

Son olarak DTP’nin kapatılması durumunda sine-i millete döneceklerini ilan eden Ahmet Türk kendisi yasaklı hale geldiği halde bu kararı uygulamayıp parlamentoda kalacaklarını açıkladı. Özellikle Öcalan’ın sine-i millete dönmeyin, parlamentoda kalmaya devam edin telkininin bu kararda belirleyici olduğunu bizzat DTP sözcüleri ifade ettiler. Partileri kapatılan ve sayıları 19’a düşen DTP’liler hep birlikte Barış ve Demokrasi Partisi’ne katıldılar. Ufuk Uras’ın da katılımıyla 20 sayısına ulaşarak grup kurdular. Lakin DTP’yi ve öncellerini kapatan yapı olduğu gibi ayakta durmaya devam ediyor. Bu noktada Kürt halkının tüm hak ve özgürlük taleplerini dile getirebilecekleri bir siyasal demokrasiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Siyasal demokrasi kuşkusuz Kürt sorunun çözümünü değil çözüm için gereken ortamı sağlayacaktır.

Yorumlar kapalıdır.