18 Nisan 2010 tarihinde Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerini, beklendiği gibi birinci turda yüzde 50,3 oy elde eden Ulusal Birlik Partisi (UBP) adayı Derviş Eroğlu kazandı.
Katılım oranının yüzde 75 olarak gerçekleştiği seçimlerde, oyların yüzde 42,8’ini elde ederek Kuzey Kıbrıs yönetimini Eroğlu’na devretmek durumunda kalan Mehmet Ali Talat, seçim dönemi boyunca, Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasında tek adresin kendisi olduğunu vurgularken, sistematik bir biçimde AKP’nin Kıbrıs politikasının uygulayıcısı rolünü üstlenmişti.
Talat’ın önceki seçimlerde elde ettiği toplumsal desteği yitirmiş olmasının nedenleri üzerinde durmak gerekiyor: Talat, işbaşında olduğu sürece Ada’da yaşanan işgal ve bölünmüşlük durumunun temel nedeni olan emperyalist politikaların bir gün Kıbrıs’ı Batı Avrupa’daki refah devletlerinden birine dönüştüreceğini vaaz etmekten başka bir somut hatta sahip değildi. Çözümsüzlük süreci, Talat’ın esiri haline geldiği resmi ideolojinin dışına çıkamaması ve istikrarla uyguladığı neoliberal saldırı politikalarının yol açtığı ekonomik yıkımla yeni bir boyut kazandı.
Talat hükümeti döneminde, Ada’nın Türkiye’den yerleşen göçmenlerle iyiden iyiye bozulan nüfus yapısı, “Anavatan’dan” güdümlü Sünnileştirme politikaları, eğitim ve sağlık alanlarında pervasızca uygulanan özelleştirme politikaları, AKP ile eşgüdümlü olarak uygulamaya sokulan esnek ve güvencesiz çalışma ortamı, memurların yaşam düzeyinde yaşanan şiddetli ve ani düşüş, yaşanan enerji krizi, Talat’ın arkasındaki kitle desteğinin geri çekilişinin başlıca nedenleriydi.
Talat yönetimi işbaşına, Ada’daki bölünmüşlüğe son verme ve Ada’nın bağımsızlaşması söylemleriyle gelmişti. Oysa aradan geçen dönemde AKP’nin Kıbrıs şubesi gibi çalıştı, çözümden söz ettikçe çözümsüzlük derinleşti. Kuzey Kıbrıs bugün enerji, mali ve diplomasi alanlarında Türkiye’ye hiç olmadığı kadar bağımlılaşmış durumdadır.
Bundan sonra ne olacak?
Talat’ın AB çerçevesinde izlediği dış politika Türk hükümetinin güdümünde uygulamaya sokulan bir politikaydı. Dolayısıyla, Eroğlu yönetimindeki Kuzey Kıbrıs’ta izlenecek siyasi hattın da Türk hükümetinin siyasi tercihleriyle belirleneceği çok açık. Her ne kadar, Eroğlu seçim zaferinin ardından Güney Kıbrıs yönetimiyle sürdürülen çözüm müzakerelerine devam edeceğini açıklamışsa da, daha önce uzlaşmaya varılmış bir dizi noktayı yeniden müzakereye açacağı öngörülmelidir. “İki kurucu devlete dayanan federasyon” formülüne karşı çıkan Eroğlu’nun, Ada’da iki eşit bağımsız devlet olması gerektiğini savunuyor olduğu düşünüldüğünde Ada’daki Türk ve Rum halklarının daimi olarak bölünmeye mahkûm kalması ve Kıbrıslı Türklerin, Türkiye’ye artan oranda bağımlı hale dönüştürülmesi tehlikenin bir başka boyutu.
Mehmet Ali Talat’ın Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) 2002 yılından bu yana izlediği politikalarla Kıbrıs Türk halkında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Talat yönetiminin uğradığı hezimeti, emperyalizme bağımlı, sınıf işbirlikçi bir “sol alternatifin” çöküşü olarak okumak mümkün. Kıbrıslı devrimcilerin önündeki başlıca görev, emperyalizmin vasiliğini reddeden Kıbrıs işçi sınıfının birleşmesi ve emperyalist planlardan bağımsızlaşmasını hedefleyen devrimci bir sol alternatifin inşasına ivedilikle girişmektir. Kuzey Kıbrıs’ta aylardır sürmekte olan grev ve seferberlikler, böylesi bir alternatifin süratle inşa edilebilmesinin ve mücadelenin Kıbrıslı Rum emekçilerle birleştirilebilmesinin mümkün olduğunu ortaya koyuyor.
Yazan: Murat Yakın, 6 Mayıs 2010
Yorumlar kapalıdır.