İskoçya’da 18 Eylül’de düzenlenen bağımsızlık referandumundan yüzde 55 oranında Hayır oyu çıkmasına karşın, bütün gözlemciler yukarıdaki başlıkta dile getirilen ifade üzerinde görüş birliğindeler. Bu gerçeğin temel nedeni, dört milyon nüfuslu ülkenin işçi yoğunluklu sanayi merkezlerinde (Glasgow, Dundee, North Lanarkshire, West Dunbartonshire) Evet oylarının çoğunluğu oluşturması. Gençlerin yüzde 70’i aşkın bir kesimi de bağımsızlıktan yana oy kullandı. Bu kitleler yarınki İskoçya’nın kaderini belirleyecek işçi ve emekçilerden oluşuyor.
İskoçya halkının İngiltere, Kuzey İrlanda ve Galler ile birlikte oluşturduğu Birleşik Krallık’tan ayrılma arayışının ardında esas olarak ulusalcılık yatmıyor. Onun asıl isteği, önce Tony Blair’in neoliberal İşçi Partisi ve onun ardından David Cameron önderliğindeki Muhafazakar Parti hükümetlerinin yıllardan beri çalışan yığınlar üzerinde uyguladığı, ama özellikle 2007 ekonomik krizinden sonra daha da ağırlaşan kemer sıkma politikaları (ücret kesintileri, sosyal kesintiler, işten çıkarmalar, özelleştirmeler, banka ve banker skandalları, dış borç ödemeleri, vb.). Yoksulluğa ve işsizliğe sürüklenen İskoçların asıl isteği merkezi hükümetin bu politikalarından kopmak.
Sürecin çelişkili yanı, bağımsızlık talebinin öncülüğünü İskoçya Ulusal Partisi’nin yapıyor olması. Bunun nedeni ise, İskoçya’da geleneksel olarak hep çoğunluğu oluşturmuş olan İşçi Partisi (İP)’nin neoliberal politikaların uygulayıcısı ve destekleyicisi olarak büyük prestij kaybına uğraması ve neredeyse politik sahneden silinme noktasına gelmesi. Kitlelerin İP’ye olduğu kadar Muhafazakar Parti hükümetine yönelik kızgınlıklarını şu anda ulusalcı parti yönlendirmekte.
Ne var ki UİP ne kemer sıkma politikalarını reddeden ne de krize karşı işçilerin ve emekçilerin yararına önlemler almaya yönelik bir program savunuyor. Tam tersine, referandumun hemen öncesinde UİP’li bir milletvekilinin büyük sanayinin ulusallaştırılması gerektiği yolundaki bir demeci, parti başkanı ve İskoçya başbakanı Alex Salmond tarafından eleştirildi ve önerinin geçersiz olduğu ilan edildi. İngiliz bankacıları, petrol şirketlerini ve büyük sanayi patronlarını “ürkütmekten” kaçınan UİP, bağımsızlığın onaylanması durumunda bile İngiliz para birimi sterlinin kullanıma devam edileceğini, Avrupa Birliği’ne katılım için derhal başvuruda bulunulacağını, hatta monarşinin korunacağını, yani İngiltere kraliçesinin bağımsız İskoçya’nın da hükümdarı olarak kalacağını savunuyor. Yani İskoçya’nın yaşadığı ekonomik, sosyal ve politik krizlerin tüm nedenleri bağımsızlık sonrasında da var olmaya devam edecekti. Ulusalcı partinin bu politikasına karşın İskoç emekçiler referanduma büyük bir katılım göstererek (%85) Evet oyu kullandılar.
Referandumda Hayır oyunun çoğunluk sağlamasının nedenleri ise başka noktalarda yatıyor. Olumsuz oyların büyük bölümü, geleneksel olarak İngiliz krallığına sempati duyan kırsal kesimden geldi. Öte yandan merkezi hükümetin, İşçi Partisi ile birlikte son haftalarda başlattıkları “Korku Projesi” kampanyası kitleler üzerinde etkili oldu. Bu kampanyaya göre, bağımsızlık halinde büyük işletmeler İskoçya’yı terk edecek, İngiliz bankalar ve bankerler bu ülkede yatırım yapmayacak, Avrupa Birliği İskoçya’yı birliğe almayacak, sosyal haklar tümüyle yok olacak, hatta emekliler maaşlarını bile alamayacaktı.
Bu kampanyaya paralel olarak başbakan Cameron, bağımsızlığın reddi halinde İskoçya hükümetinin yetkilerinin ve gelirlerinin artırılacağı vaadinde bulundu. Korku projesinin yarattığı terör haline bu vaadler de eklenince, pek çok orta sınıf İskoç son haftalarda Hayır oyuna doğru eğilim göstermeye başladı. Ama referandumun daha ertesi gününde Cameron’un vaadlerinin asılsız olduğu ortaya çıkmaya başladı. İngiliz, İrlandalı ve Galli yetkililer, İskoçya’ya tanınacak haklardan kendi ülkelerinin de yararlanması gerektiğini, aksi takdirde merkezi parlamentoda salt İskoçya’ya yönelik ayrıcalıkları kabul etmeyeceklerini bildirdiler. Hatta İngiliz parlamenterler, kendilerinin İskoçya parlamentosunda temsil edilmemelerine karşın İskoç milletvekillerinin İngiliz parlamentosunda (merkezi parlamento, Westminister) söz hakkına sahip olmalarını eleştirmeye başladılar. Kısacası, önce korkutulan ve ardından temelsiz vaadlerle aldatılan İskoçlar sayesinde referandumda bağımsızlık talebi reddedilmiş oldu.
Ama İskoç işçi ve emekçilerinin Kraliyet hükümetinin kemer sıkma ve refah devletinin tüm sosyal haklarını yok etme girişimlerine karşı seferberlikleri sürüyor. Bugüne değin mücadelelerini Birleşik Krallık’tan kopma doğrultusunda yönlendirmişlerdi. Şimdi ise, sendikalarda, işyerlerinde ve işçi mahallelerinde, ulusalcı partiyi de aşacak bir program çervresinde örülecek yeni bir partinin inşası gerekliliği konuşulmakta, tartışılmakta: özelleştirmeleri durduracak, ulusal sanayiyi kitlelerin yararına yönlendirecek, dış borç ödemelerine son verecek ve AB’den kopmayı gündemine alacak bir Sol program. Böyle bir program Krallığın diğer bileşenlerini oluşturan İngiliz, İrlandalı ve Galli emekçilerin de enternasyonalist birliğini oluşturabilecek yegane çözüm yolunu oluşturacaktır.
Yorumlar kapalıdır.