Kobane…

IŞİD Kobane’ye neden saldırdı? Biz ölümlülerin anlaması zor, çok daha derin stratejik, siyasi veya ilahi nedenleri saymazsak, şöyle bir şey olabilir: Kuzeyde işgal altında tuttuğu bölge ve şehirlerin doğrudan bağını kesen Rojava kantonlarını düşürerek hâkimiyet alanlarını birleştirmek; Kobane’nin ardından en batıdaki Afrin’i de alıp kuzeyden Suriye’nin ekonomik merkezi Halep’e inmek. Bu arada en doğuda tek kalan ve önemli bir petrol alanına (Rimela) sahip Cizire’yi de ele geçirip hem bölge petrollerinin tamamını denetim altına almak hem de bütün TC sınırını kontrol ederek askeri, örgütsel, lojistik vb. ihtiyaçlarının kesintisiz teminini garantilemek.

Bunu başardığı takdirde IŞİD Suriye’nin kuzeyindeki bütün büyük şehirleri, dolayısıyla önemli ekonomik kaynakları, büyük petrol gelirlerini eline geçirmiş ve nerdeyse denize ulaşmış olacak. Bu durumun örgütün oluşturduğu devletin yapısını daha organize hale getirirken, uluslararası güç ve itibarını, insan kaynaklarını da katlayarak artıracağı kesin. Stratejik açıdan durum en kaba hatlarıyla böyle.

Kim kurdu!

IŞİD’i ABD ve İsrail’in, bölgeye müdahale etmek için kurdukları yolunda “antiemperyalist” tevatürün gerçeği ifade etmediğini söyleyebiliriz. Bu tür heyecan verici “analizler” bizi dünya ve bölge hakkındaki bir yığın sıkıcı tarihsel, sosyal, ekonomik ve politik nedenle uğraşmaktan kurtarsa da propagandanın dışında pek bir işe yaramazlar. Bu elbette IŞİD’in “saflığı” anlamına gelmiyor. En azından Suriye’deki karşıdevrimci faaliyetleri sırasında uzunca bir dönem başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerle ve de başta Türkiye ve S. Arabistan olmak üzere bölge gericilikleriyle doğrudan veya dolaylı ciddi bir alışverişi olduğu, bu ilişkileri muhtemelen epeyce çeşitlendirdiği, bu arada Esad rejimiyle de zaman zaman teşriki mesaiye girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak örgütün gücü, emperyalizme ve bölge gericiliklerine “uşaklık” etmesinden değil, bütün bu ilişki ve imkânları kendi bağımsız hedefleri doğrultusunda kullanabilmesinden kaynaklanmaktadır. IŞİD ne acıdır ki, bölge “sosyalizminin” tasfiyesine yol açan kuyrukçuluk ve yancılığın dışında bir yol izleyerek bölgesel planda gerçek bir sosyal-siyasal güce dönüşmeyi başarmıştır!

Tasfiye planı

Türkiye’ye gelince… Devlet ve AKP iktidarı, bugün “çözüm süreci” adı altında sürdürdüğü Kürt ulusal hareketini tasfiye, olmazsa diz çöktürme stratejisini Rojava’da da uygulamaktadır. Devlet, oluşturduğu tehlikeli emsal nedeniyle baştan beri Rojava deneyimine karşı, düşmanca bir tutum almıştır. Bu düşmanlık, devletin IŞİD’e ardına kadar açtığı sınırları Kürtlere kapaması, bu yolla Rojava’nın nefesini kesmeye çalışması; kantonlara yönelik IŞİD saldırılarında, kendi toprakları üzerinden keşif ve lojistik kolaylıkları sağlayarak, silah desteği ve “sağlık hizmetleri” vermesi gibi biçimler aldı. Bu kanlı ilişkinin, bölgeye, özellikle de Suriye’ye ilişkin politik farlılıklar nedeniyle Batı ile sorunlara yol açması ve bu nedenle afişe olmasıyla AKP iktidarı sıkışmaya başladı.

İktidar, IŞİD’in Rojava’yı silip süpürerek sınır komşusu olmasını dert etmezdi. Bu birtakım riskler içerse de Esad rejimine karşı savaşta işe yarayabilirdi. Ancak Batı’nın uzun süredir Suriye’de siyasi bir çözümü tercih etmesi ve IŞİD’i giderek bir numaralı düşman olarak görmesi, iktidarın birinci seçeneğini geçersiz kıldı. O zaman aynı amaçlara ulaşabilmek için, IŞİD’le doğrudan savaştan uzak durma, ancak mülteciler bahanesiyle duruma müdahale seçeneği gündeme geliyor. Bu ise öncelikle uçuşa yasak “tampon bölge”, eğer mümkün olmazsa çizgisel veya cepli “güvenlikli bölge” biçiminde ifade ediliyor. Bu aynı zamanda Rojava’daki özerkliğin fiilen sonu anlamına da geliyor. Y. Akdoğan, bu niyeti, hazırlanacak tezkerenin sadece IŞİD’i değil, başka terör örgütlerini de kapsayacağını söyleyerek açık ediyor. Başbakan da tampon veya güvenlikli bölgeden söz ederken “Bölücü terör örgütleriyle mücadeleyi kararlılıkla sürdürmemiz gerekiyor” derken bu amacı teyit ediyor. İşin Suriye rejimine ilişkin ayağı da unutulmuş değil; hükümet “koalisyona” katılmak için Esad iktidarının hedef alınmasını şart koşuyor. Bakalım neye niyet, neye kısmet!

Kürtlere gelince

Özellikle Rojava özerkliğinin yol açtığı özgüvene rağmen IŞİD karşısında kısa sürede yardım ister duruma gelinmesi, hatta “kimden gelirse gelsin” noktasına varılması yerel demokrasi ve demokratik özerklik projesinin sınırlarını ortaya koyuyor. Türkiye’nin tecrit ve düşmanlığı bir yana, kendi canını daha kısa bir süre önce ABD bombardımanı ve bir ölçüde PKK-PYD yardımıyla kurtarmış olan Barzani iktidarının sınıfsal düşmanlık tavrı da en zor zamanda bir kez daha ortaya çıkıyor. Bütün bunlar Kürt halkının gerçek kurtuluş ve özgürlüğünün, sınıfsal karakteri belirsiz yalıtılmış demokrasi projeleri ve/veya diplomatik güç dengeleri yoluyla değil, bölge emekçileriyle, emperyalizme, bölge gericiliklerine ve kendi burjuvazisine karşı ortak bir mücadeleyle mümkün olabileceğini gösteriyor. Tabii, “gerçekçilik” adına tam bir hayal dünyasında yaşanmıyorsa!

Bize gelince

Kestirmeden belirtelim, hangi gerekçeyle olursa olsun her türlü emperyalist müdahaleye karşıyız. Hedef IŞİD vb. de olsa başta ABD ve Batı’nın ve onlarla koalisyon halindeki Arap devletlerinin bombardımanı veya Türkiye’nin tampon veya güvenli bölge projeleri durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir. Zaten bu güçlerin gerçek amacı, Kürt emekçilerinin özgürlük ve kurtuluş mücadeleleri de dâhil, Ortadoğu’daki devrimci dinamikleri bastırmaktır; aynen İran, Rusya vb. “düşman kardeşleriyle” birlikte Suriye’de yaptıkları gibi…

Son olarak Türk devletine: Madem sonunda IŞİD’in bir “terör örgütü” olduğunu kabul ettiniz, o zaman bu örgütle doğrudan veya dolaylı bağlarınızı kesin. Sınırları onlara kapatırken Rojava’ya dört bir yandan yardıma koşanlara açın. YPG-YPJ güçlerinin silahlanmasının önündeki engelleri kaldırın. Bakın o zaman herhangi bir “koalisyona”, bombardımana ve “bilmem ne bölge” projelerine gerek kalıyor mu?

Yorumlar kapalıdır.