SYRIZA’dan geri adım

SYRIZA, 25 Ocak’ta iktidara gelmesinin ardından bir ay bile geçmemişken Yunanistan işçi sınıfına kan kusturan acı reçetelerin bizzat plancısı olan Troyka karşısında geri adım attı. Yunanistan’a yapılacak yardım anlaşmasının dört ay uzatılması karşılığında yapısal reformları sürdürme sözü verdi.

Daha önceki yazılarımızda SYRIZA’nın iktidara yaklaştıkça sermayeye göz kırptığını ve sistem içi kaldığı müddetçe bir çıkış yolunun olmadığını söylemiştik. İktidara geldikten sonra bu çizgi hızlanarak devam etti ve beklenenden de evvel onu iktidara taşıyan vaatleri bir kenara itmiş oldu.

Önceki hükümetlerin, milyarlarca dolarlık dış borcun her ne pahasına olursa olsun ödeneceğini taahhüt eden anlaşmalara imza atmasıyla eli kolu bağlanan ve bankalarının sermaye piyasalarıyla ilişkisi kesilen Yunanistan’ın tek finansman kaynağı var: Avro Bölgesi kriz fonu ve IMF’den gelen para. Bu para bir şekilde gelmediğinde emeklilerin ve memurların maaşları ödenemez duruma gelecek. Elbette bu yardım ülke borçlarının Yunanistan halkına yıkılması koşuluyla gelecek.

İktidara geldiğinde hem kitlelerin hem de sermayenin basıncı arasında sıkışıp kalan SYRIZA, iki tarafı da memnun etmeyi amaçladıkça daha da çıkmaza giriyor. Hükümet, kurulduğu günden bu yana birkaç özelleştirmeyi durdursa da hiçbir kamulaştırma yapmış değil. Kamusal harcamalarda birkaç kısıtlamaya gitse de (makam araçlarının satılması gibi) özel sektör ve bankacılık sistemi aynı şekilde işlemeye devam ediyor. Son olarak hükümet, içine düştüğü bu nakit sıkıntısını ülkenin turizme dayalı ekonomisi sebebiyle, ülkeye gelen turistlerin vergi tahsildarı olarak vergi kaçakçılığıyla mücadelede kullanılmasıyla ilgili reformlar hazırladı. SYRIZA’nın bu yedi milyar dolarlık yardım dilimini alabilmesi için kendi hazırlayıp Avro Bölgesi’ne sunduğu reform programı, Troykayı tatmin etmemiş gözüküyor.

Almanya, Yunanistan’ın yardım alabilmesi için bugüne kadar yapılan reformların (neoliberal saldırı programı) eksiksiz ve koşulsuz uygulanmasını şart koşuyor. Almanya’nın maliye bakanı Wolfgang Schauble “iktidarda olmak gerçeklerle buluşmak demektir. Gerçekler de, her zaman hayaller kadar güzel değildir.” diyerek Avrupa finans kapitalinin geri adım atmayacağını dillendirmiş oldu. Uyarı üstüne uyarı alan Yunanistan, ödevlerini yapmadığı için hocasından fırça yiyen öğrenciye benziyor.

Umut SYRIZA’da değil onu iktidara taşıyan kitlelerde

25 Ocak’tan itibaren gözler SYRIZA’nın üstündeydi ve ne yapacağı merakla bekleniyordu. Troyka görüşmeleri başladığında Avrupa Birliği (AB)’nin basıncına karşı boyun eğmeme eylemleri düzenlendi. Bu eylemlerin kitleselliği önemli olmakla beraber eylemlerin sadece AB’ye dönük ve yer yer SYRIZA’nın kontrolünde olması gibi handikapları vardı. Fakat aynı kitlesel eylemleri borçları ödemeyi taahhüt eden SYRIZA’ya karşı şimdilik göremiyoruz. SYRIZA radikal değişikliğe gitmedikçe bunun da bir sınırı olacaktır. Yunanistan işçi sınıfı yaşam koşullarının değişmediğini gördüğünde SYRIZA üzerindeki basıncını çok daha fazla arttıracağına şüphe yok.

SYRIZA’nın tavizleri karşısında ilk tepkiyi Yunanistan Komünist Partisi (KKE) ve anarşist gruplar koydu. Fakat bunları devrimci bir yönelişle ya da kitlelerin talepleri doğrultusunda değil. Kendi sekter tutumlarının sınırlılıkları çerçevesinde yaptılar. Örneğin Anarşist bir grup son olarak Syriza merkez binasını işgal etti. Fakat işgalin gerekçesi borçların ödenmesi değil, F tipi cezaevlerinin kapatılmamasıydı.

Burada asıl önemli olan SYRIZA’nın uzlaşı tutumu karşısında onu iktidara taşıyan kitlelerin vereceği tepki ve seferberlikler. Devrimci Marksistlerin burada görevi bu sekter tutumlardan kendilerini ayırıp emekçi kitlelerin tepkilerinin bir parçası olarak onları devrimci yönelişe itmek olmalı.

Son olarak uzlaşı tutumuna karşı SYRIZA içinden de tepki var. Partinin Avrupa Parlamentosu milletvekili olan, aynı zamanda Yunanistan’daki Nazi direnişinin sembol isimlerinden eski kuşak devrimciler arasında da önemli bir yere sahip Manolis Glezos, SYRIZA’nın geri adımı karşısında söyle dedi: “Halk, SYRIZA’nın vaatlerine oy verdi. ‘Sadece Alman ve diğer AB kreditör oligarşinin değil Yunan oligarşisinin de stratejisi olan kemer sıkma önlemlerini iptal ediyoruz. Seçimlerin ertesi günün bir kanunla Memorandum, Troyka ve tüm kemer sıkma kanunlarını iptal ediyoruz.’ şeklinde açıklamalar yaptık. Aradan bir ay geçti ve bu açıklamalarımız hala gerçekleşmedi. Yazık. Tarafımdan bu yanılsamaya iştirak ettiğim için Yunan halkından özür diliyorum.”

SYRIZA tutum değiştirmediği sürece koalisyon bütünlüğünü korumakta zorlanacak gibi gözüküyor.

Radikal değil Keynesçi sol

SYRIZA’nın içinde bulunduğu programatik hattın çıkmazları iktidarda kaldığı müddetçe daha da gün yüzüne çıkıyor. Hem Yunanistan’a uyguladığı programla onu prangaya bağlayan AB’den ayrılmaya tenezzül bile etmeden zincirlerini kırarak refaha ulaşmaya çalışmak. Hem de bunu yaparken sistemin sana verdiği olanaklarla kendini sınırlamak. Bunun adı radikalizm değil reformizmdir.

SYRIZA’nın ekonomi danışmanlarından Costas Lapavitsas, BBC’ye verdiği röportajda kendisine sorulan yabancı yatırımcıların Syrizayla birlikte Yunanistan’ı terk edeceğine ilişkin bir soruya şöyle cevap veriyor: “Bir kez daha söyleyeyim, oldukça belirsiz bir alanda dolanıyoruz şu anda. Söylemiş olduğum üzere Syriza bir tür ılımlı-Keynesçi politika öneriyor. Bu radikal değil, akıl almaz bir şey de değil, bu dengeli bütçe harcamaları demek. Bu Marksist devrimci bir program değil. Nasıl yorumlarsanız yorumlayın, bu kemer sıkma politikalarını terk etmeye dönük ılımlı-Keynesçi bir politikadır.” Lapavitsas bunu sadece sermayenin gözünü korkutmamak için söylemiyor. Gerçekten programları bu çerçevede olduğu için söylüyor. Şunu da gözden kaçırmamak gerek. Emperyalist kapitalizm öyle bir kriz içindeki hiçbir radikal çözüm getirmeyen bu programa dahi tahammül edemiyor.

Marx ile Keynes’i aynı çizgiye koyup harmanlamaya çalışan toplumsal anlamda sınıf uzlaşısını ve işbirliğini hedefleyen teoriler ve ekoller mevcut (Örn; düzenleme okulu) SYRIZA’nın da temsil ettiği ekonomi-politik teorisi buraya oturuyor. Bu durum şu an daha marjinal ve Avrupa genelinde pek taraftar bulmuyor gibi gözükse de, SYRIZA ve benzeri partilerin diğer ülkelerde ekonomik kriz karşısında güç kazanmaya başlamasıyla özellikle Güney Avrupa’da bir eğilim haline gelebilir. Bu eğilim güç kazandıkça işçi sınıfının mücadelesini soğuracak, onu demokratik gericiliğe hapsedecek ve nihayetinde mücadeleyi sınıf uzlaşısıyla sonlandıracak bir araç haline gelebilir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi işçi sınıfı mücadeleyi bırakmadığı sürece SYRIZA, tabanıyla ve kendi içindeki dinamikleriyle olumlu anlamda değişmeye ve dönüşmeye müsait bir parti. Bu inişli çıkışlı süreçte parti içindeki devrimci ve radikal bir kanat partinin denetimini ele geçirebileceği gibi parti bürokrasisi tarafından tasfiye de edilebilirler. Bunları görmek için önümüzde çok değişkenli ve dengesiz bir dönem var. İzlemeye devam edeceğiz. Nihayetinde her şeyi belirleyecek olan işçi sınıfının SYRIZA’nın geri adımları karşısındaki tepkisi ve mücadele seyri olacaktır.

Yorumlar kapalıdır.