İşsizlere iş, tüm çalışanlara iş güvencesi! Herkes için insanca yaşam hakkı!

Mayıs ayı verilerine göre Türkiye’de dört kişilik bir aile için açlık sınırı 826,19; yoksulluk sınırı 2.691,19 lira. Asgari ücret düşünüldüğünde, bir iş sahibi olanlarımızın bile büyük kısmının aç ve hemen hepsinin yoksul olduğunu dile getirebiliriz.

Ki bir de bir iş sahibi olamayanlarımız var… Nisan ayı resmi verilerine göre Türkiye’de bu oran yüzde 14,5. Bu rakamlara, iş bulma ümidini yitirdiği için iş aramaktan vazgeçenler dâhil edilmiş değil. Gerçek yüzdenin bu resmi açıklamanın çok ötesinde olduğunu biliyoruz. Daha önemlisi ise her beş işsizden birinin, patron tarafından işten çıkarılmış olması.

Diğer yanda ise, her an işten çıkarılma, işini kaybetme tehdidi ile çalışanlarımız var. Bu tehditle birlikte taşerona bağlı, esnek, sigortasız, düşük ücretli ve/veya iş güvenliği açısından elverişsiz koşullarda çalışma da yaygınlık kazanıyor. Bu koşullar karşısında sendikalılaşma çalışması yürütenler, sendikaya üye olanlar, doğalmışçasına, bu tehdidin nasıl da yaşamlarında vücut bulduğuna tanıklık ediyorlar. Son dönemde, ATV-Sabah, Esenyurt Belediyesi, Bilgi Üniversitesi, UPS vd. -aynı gerekçeyle- sendikalılaştıkları için, işçileri işten çıkardılar.

Tüm süreci birlikte değerlendirdiğimizde, patronların, çıkarlarına olan, yarı-aç, sigortasız ve örgütsüz bir işçi sınıfının koşullarını dayattıklarını, başta kriz olmak üzere çeşitli gerekçeleri de bu koşulları meşrulaştırmak için kullandıklarını görüyoruz.

Sendika bürokrasileri ise, işçi sınıfının örgütlü kesimini içinde barındıran, sınıf hareketi açısından önemli birer mevzi olan sendikaları işlevsiz kılmak için ellerinden geleni patronların önüne sunuyorlar.

Türk-İş işgali ve 26 Mayıs

Geçtiğimiz ay yaşanan iki olay ise -birincisi işçilerin Türk-İş işgali, ikincisi 26 Mayıs eylemi- içinde bulunduğumuz koşulları anlatan en iyi göstergelerdi. İki olay da, öncelikle, örgütlülüğün önemini gösterdi: işgali gerçekleştirenler de, 26 Mayıs’ın hakkını verenler de direnişteki sendikalı işçilerdi. Ama aynı zamanda bu iki olay, var olan örgütlülüklerin sınırlarını gösterdi: işçiler örgütlülüklerini sendika bürokrasilerine karşı taban inisiyatifini birleştirerek, güçlendirerek ve örgütleyerek genişletmek zorundalar.

Aksi, işçi sınıfının içinde bulunduğu savunma hattından ilerleyememesine hatta bundan da geriye düşmesine sebep olacaktır. 4 Şubat’tan 1 Nisan’a ve şimdi 26 Mayıs’a gelinen nokta bunun emaresini vermektedir. Ancak yine bu üç örnekte de mücadeleyi sahiplenen direnişteki işçiler, sürecin, olumlu bir seyir kazanması yönündeki dinamikleri içerdiğini göstermektedir.

Bu aşamada, mücadele için olmazsa olmaz, taleplerin belirlenmesi ve ortaklaştırılabilmesidir. Bu talepler ve bunların ortaklaştırılması yönündeki her çaba işçi sınıfının programını, patronların programından ayıracak, işçi sınıfı hareketinin pusulası olacaktır.

Bu, içinde bulunduğumuz gibi dönemlerde, yoksulluk söylemini bir dalga gibi arkasına alan siyasetçilerin ikiyüzlülüğünü ifşa edebilmek için de gereklidir.

Yoksulluk kime kazandırır?

Mesela, Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanlığına seçilmesinden bu yana muhalefetini yoksulluk üzerinden sürdürüyor. Hedefini, “yoksulluğu ve işsizliği bitirmek” olarak açıklıyor. Bu iktidar tarafından görmezden gelinen önemli sorunların gündeme taşınması için şimdiden bir basınç yaratmış durumda.

Ancak soruyoruz, nasıl bitireceksiniz? Yoksulluğun ve işsizliğin nedenini doğru olarak saptamadan, bunu bir sınıf sömürüsü siyaseti olarak algılamadan, yalnızca denetlemeleri, vergileri ve teşvikleri arttırarak bunu yapmak mümkün mü? Değil.

26 Mayıs eylemliliklerini es geçerek, direnişçi işçileri görmezden gelerek bunu yapmak mümkün mü? Yine, değil… Peki, o zaman yoksulluk ve işsizlik söylemi neden revaçta? Çünkü, bu ülkenin en temel gündemlerinden biri, çünkü bu ülkede resmi olarak 3 milyon 500 bin kişi işsiz, çünkü bu ülkede insanlar aç ve açıkta yaşama tehdidiyle burun buruna… Yani işçi ve emekçiler yoksulluk yüzünden kaybettikleri sürece, bu söylemle bir şeyler kazanmayı, kendi yollarını açmayı umanlar var. Bu yüzden işçi ve emekçiden bahsedilmeden, işsizlik ve yoksulluktan bahsedilebiliyor.

Yani patronlar sınıfı ve onların siyasi temsilcileri, bizzat yarattıkları yoksulluk ve işsizliğin boyutları karşısında, şimdi çözüm olarak da kendi programlarını dayatmayı deniyorlar.

Bu dayatma karşısındaki tek cevap, işçi ve emekçilerin kendi programları etrafında mücadelelerini sürdürmeleri ve yoksulluk ve işsizliğin mağdurları olarak çözümün muhatapları olma örgütlü iradesini göstermeleridir.

Yazan: İşçi Cephesi, 7 Haziran 2010

Yorumlar kapalıdır.