“Eğitimde Toplumsal Ayrışma” araştırması

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden bir grup akademisyen “Eğitimde Toplumsal Ayrışma” başlığı altında yapmış oldukları bir araştırma sonucunda toplumsal ayrışmanın, eğitim alanına da paralel bir şekilde yansımasını mercek altına alıyorlar. Akademisyenler araştırmayla, ailelerin gelir düzeyi farklılıklarının, dolayısıyla kentsel ayrışmanın eğitimsel ayrışmaya da neden olduğunu gözler önüne seriyorlar.

Nüfusun ekonomik bakımdan adaletsiz dağılımı ve buna bağlı olarak değişen mekânsal dağılım eğitim kurumlarının niteliği üzerinde de etkide bulunmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki orta-üst gelir grubu ailelerin çocuklarının devam ettiği “seçkin/saygın okullar”da verilen eğitimin kalitesiyle, alt gelir grubu ailelerin çocuklarının çoğunlukta olduğu “getto okullar”da verilen eğitim kalitesi aynı değil.

Özellikle 1980 sonrasında uygulamaya sokulan neo-liberal politikalar kendini eğitim alanında da göstermiş; eğitimde de özelleştirmelere gidilerek en doğal haklardan biri olan eğitim paralılaştırılmış, bu da işçi ve emekçi çocuklarına okul kapılarının kapanması anlamına gelmiştir. Her yerde özel şirket açar gibi “eğitim ticarethaneleri”nin açılması eğitimi para getiren bir sektör haline getirmiştir. Devletin eğitim harcamalarını kısması ve okulun pek çok ihtiyacının velilerce karşılanır olması ise devlet okullarında dahi sahip olduğun para kadar eğitim alabilirsin anlayışını yerleştirmiştir.

Araştırmada kentsel ayrışma ile eğitimsel ayrışma arasındaki ilişkinin tek yönlü olmadığı, bu iki ayrışma sürecinin aynı toplumsal dinamiklerle ortaya çıktığı ve de gündelik yaşamda birbirlerini besleyerek toplumsal ayrışmayı yeniden ürettiği sonucuna ulaşıldı.

Toplumun zengin kesimleri “yaşam kalitesi” adına aslında “öteki”lerle karşılaşmaktan kaçınmak için lüks apartmanlara, güvenlikli sitelere yerleşerek beraber yaşamak istemedikleri “büyük çoğunluk”tan kendilerini yalıtmaktadırlar. Bu yalıtım, günümüzde hem kentte hem de okulda yanımızdakini Öteki ‘ne dönüştürmekte dinsel, cinsel, ulusal ve sınıfsal ayrılıkları daha da derinleştirmektedir.

Seçkinci dolayısıyla eleyici bir eğitim anlayışı, zorunlu bir eğitim düzeyi olan ilköğretimden itibaren kendini gösteriyor ve öğrencilere “özel girişim mantığını” dayatıyor. Bütün eğitim sisteminin merkezi sınavlara (SBS, ÖSS, KPSS vb.) endekslenmesi ise başarı için özel seçenekler aramaya zorluyor; paralı okullar ve dershaneler ile öğrenci ve veliler sistem için birer tüketici haline geliyor. Mevcut baskıcı eğitim politikaları ve eğitim uygulamalarının (dershane, sınav sistemleri, okul harcamalarının velilerce karşılanması vb.) getirdiği koşullar, zengin ailelerden gelen öğrencilerin gündelik yaşamda kurdukları bencil ve rekabetçi ilişkiler, işçi ve emekçi ailelerden gelen öğrencilerin dışlanmasına, “başarısız” olarak yaftalanmalarına ve bunların sonucu olarak öğrenimlerini sürdürebilmelerinin olumsuz yönde etkilenmesine neden oluyor. Bütün bunlara bir de ulusal ayrımcılık eklendiğinde, anadillerinde eğitim göremeyen Kürt öğrencilerin eğitim süreci daha derin bir şekilde sekteye uğruyor. Eğitim ortamlarındaki bu farklılaşmalar, gelecekteki toplumsal farklılıkların ve olası çatışmaların kaynağını oluşturmakta, giderek kutuplaşan bir dünyada, okullar sınıfsal çelişkilerin en yoğun yaşandığı mekânlar olarak öne çıkarmaktadır.

Yorumlar kapalıdır.