Neden dershaneler? Neden şimdi?

Sınıflar mücadelesinin en yoğun haliyle su yüzeyine çıktığı ayaklanma süreçleri boyunca, farklı sınıflar içerisindeki değişik temsilciler arasında daima büyük ayrılıklar ve bölünmeler yaşanır. Bu olağan yasa, sadece işçi sınıfı örgütleri için değil, burjuvazinin farklı klikleri için de geçerlidir.

Haziran Ayaklanması, bir koalisyon hükümeti olma özelliği taşıyan AKP iktidarı içerisinde, tarihin bu acımasız kuralını gündeme getirdi. Neoliberal burjuvazinin giderek kişisel bir içerik kazanmaya başlayan Erdoğan iktidarından duyduğu hoşnutsuzluk artarken, hükümetin, devletin ve ekonominin stratejik kurumlarına sahip olmaya yönelik mücadelesini şiddetlendirmeye devam ediyor.

Bu çekişmenin kristalize olduğu en verimli örneklerden birisi, Cemaat ile AKP arasında sürüp giden dershanelerin kapatılıp kapatılmayacağı kavgasının kendisi. Sermayenin doruğa tırmanmayı sürdüren hayal kırıklığı süreç ilerledikçe giderek netlik kazanıyor. Zira TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, kendilerine kâr oranlarını katlamak açısından birçok “fayda” sağlayacak olan yeni anayasa hazırlıklarının akamete uğramasının sonucunda “Madem anayasa yapmayacaktınız toplumu niye meşgul ettiniz?” diye sorarak, kendi temsilcilerini azarlamadan edemedi. Final Dershaneleri Genel Müdürü İbrahim Taşel ise hükümetin iktidara gelirken kendilerine verdiği neoliberal yeminleri hatırlattı ve iktidarın, kendi kapitalist ihtiraslarından ne kadar bağımsız hareket etme hakkının olduğunu kırmızı çizgilerle gösterdi: “Liberal demokrasiyi ve özelleştirmeyi savunacak, sonra da ‘dershaneleri kapatacağız’ diyeceksiniz. Özal’ın ve Menderes’in açtığı yolda ilerlediğini ifade eden yönetim anlayışına böyle bir tutum yakıştırılamaz.”

Bu noktada önemli bir dipnot düşmeden devam etmek olmaz: Burjuvazinin Erdoğan’dan şikayetçi olması, Erdoğan’ın sosyal ve politik olarak işçi sınıfı ile gençlik lehine bir pozisyona sahip olduğu anlamına asla gelmez. Tanık olduğumuz bu çekişme, en basit ifadeyle iki hırsızın arasında yaşanan bir kavgadır. Kavga eden iki hırsızın ise, daha büyük soygunlar için (misal kıdem tazminatına el konulması) beraber çalışacaklarından hiçbir şüphe duyulmamalı. Fatih Dershaneleri Genel Müdürü Sezai Eyüpoğlu “Darbe ötesi bir şey bu. Kuzey Kore’de, Mısır’da darbe ortamında yapılır böyle uygulamalar.” diye konuşurken, ister istemez kısmen haklı bir noktaya parmak basıyor: Erdoğan, askeri-sivil bürokrasiyi “demokrasi” ile, burjuvaziyi ise “darbe” korkusu ile hizalamaya uğraşıyor. Bir bakıma, bütün selefleri gibi “ulusun hakemi rolüne” bürünerek, demokrasiyi darbe, darbeyi de demokrasi ile korkutuyor ve kitlelerin hayat ve geçim şartlarında hiçbir iyileşmenin olmayacağı anlamına gelen kendi kişisel iktidarını sağlamlaştırmak için çırpınıyor.

Pekiyi, hükümetin iyi niyetli olduğu iddia edilebilir mi? Elbette hayır. Dershaneleri kapatma gerekçesi olarak sunulan “eğitimin kalitesinin arttırılması” söyleminin, kurulu olan yalan diktatörlüğünün olağan bir refleksle vermiş bulunduğu bir cevap olduğunun herkes farkında. Eğitim alanındaki yapısal aksaklıkların ve kireçlenmiş çarkların sonunu getirmek için, onu doğuran somut koşullara/sebeplere değil de, bizzat bu aksaklıkların sonuçları olan dershanelere yönelmek, neoliberal gerçekliğin suratını makyajlamaktan farksız.

Dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi projesine verilen tepkinin bir ayağını da, özel okula dönüşecek olan binlerce dershanenin, özel liselerin yıllık masraflarında yaratacağı basınç unsuru oluşturuyor. Düşecek olan masraflar, yatırımcılar için kısa vadede herhangi bir kâr sağlamıyor. Burjuvazinin ekonomik bir kriz içerisinde oluşunu da en iyi bu durum özetliyor: Hayata geçirilmesi öngörülen uygulama, piyasalaştırma saldırılarının ve eğitimin özelleştirilmesinin keskin bir ifadesi olsa dahi, kapitalist “ihtiyaçları” karşılamaktan çok uzak. Bu durum, eski Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun, kendi burjuvazisi ve Avrupa egemenleri adına birçok Memorandum (neoliberal saldırı paketi) hayata geçirmiş olmasına rağmen, bunların krizi daha da derinleştirmesiyle koltuğundan olmasının “trajik” öyküsüyle benzerlikler taşıyor. TUSKON Yönetim Kurulu Başkanı Rızanur Meral “Bu girişim, Türkiye’ye getirmeye çalıştığımız yabancı sermaye için de ciddi soru işaretleri oluşturacaktır.” ifadelerini kullanırken, egosu Papandreu’dan çok daha şişkin olan Erdoğan’ın ateşle oynadığını ima etmeye çalışıyor.

Dershaneler sorununun salt ekonomik bir arka planı yok. Bu kavganın varlığı, bahsi geçen kurumların sahip olduğu ideolojik araç ve toplumsal taban yaratma özelliklerinden de kaynaklanıyor. Zira cemaat, dershanelerin en az %30’una sahip ve her sene yaklaşık 500 bin öğrenciye buralarda eğitim veriyor. Erdoğan’ın, cemaati bu ideolojik propaganda araçlarından mahrum bırakmak istiyor oluşu bariz. İktidarını kişiselleştirirken, cemaati etkisizleştirmek adına onun örgütlenme aygıtlarının rolünü “dönüştürmek” zorundayken buluyor kendisini.

Erdoğan, Haziran Ayaklanması’nın ardından burjuvazinin en radikal neoliberal ihtiraslarını uygulamakta zorlanacağının bilincinde. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan “Eğer kapatılması gereken eğitim kurumları varsa, bunlar öncelikle devletin okullarıdır. Dershaneleri kapatmak bence cinayettir, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktır.” derken, egemenlerin kâr odaklı arzularının en saf ifadesini sunmuş olabilir, lakin burjuvazi için evdeki hesabın çarşıya uymadığı bir dönemden geçiyoruz.

Biz, Cemaatin de hükümetin de yalan söylediğini ve iki taraftan birisinin “çözüm” önerisinin kuyruğuna takılmanın, ölümden kurtulup sıtmaya sarılmakla eş anlamlı olduğunu biliyoruz. Neden mi? Çünkü i.) dershaneler, sermayenin eğitimden rant sağlamak adına kullandığı kazançlı mevzilerdir ancak ii.) dershanelerin var oluş nedenleri kaldırılmadıkça atılacak olan her adım onlara olan “ihtiyacı” daha da derinleştirecektir ve son olarak iii.) dershanelerin doğmasına sebep olan burjuva mülkiyet ilişkilerinin devam etmesinden çıkarı olmayan tek kesim olan emekçi sınıflar dışında, hiçbir sınıf ve/ya zümre bu toplumsal sorunun çözümü için samimi bir politika uygulamayacaktır.

Bizler, geleceğimizi çalanların, yani “düşmanlarımız arasındaki farklılıklardan yararlanmak zorundayız” ve “güçlerimizi bu iki grubu birbirine düşürecek şekilde ayarlamalıyız, çünkü iki hırsız kavgaya tutuştuğunda, kazanan hep dürüst insanlar olur. Bütün kapitalizmi alaşağı edecek kadar güçlü hale geldiğimiz günse, derhal o hırsızın yakasına yapışacağız.”1

1 Sovyet İktidarı ve Dünya Devrimi, Vladimir İ. Lenin, Agora Kitaplığı, Türkçesi: F. Burak Aydar, sf. 333,334.

Yorumlar kapalıdır.