Emekten yana demokratik bir anayasa ve kendi kaderini tayin hakkı için

İhtiyacımız siyasal demokrasi ve kurucu meclis!

Kısmi anayasa değişiklik paketi 12 Eylül’de halk oylamasına sunuldu. 49,4 milyon kayıtlı seçmenden 38,3’ünün (yüzde 77) katılım gösterdiği referandumda, oylar yüzde 58 EVET (21,8 milyon); yüzde 42 HAYIR olarak bölündü. Kürt illerinde ise BDP’nin boykot kararı etkili oldu.

Boykot karşılığını bulabildi mi?

2009 yılı yerel seçim sonuçları ile karşılaştırdığımızda Kürt illerinde BDP’nin boykot kararının firesiz sonuçlandığını söyleyebiliriz. Bu sonuç, BDP Kürt halkını temsil ediyor mu etmiyor mu sorusu üzerinden başlatılan meşruiyet tartışmasına kesin bir cevap niteliğindedir. Sonuçlar, BDP’nin Kürt halkının siyasi iradesini temsil ettiğini bir kez daha göstermiştir. Bu bağlamda BDP’nin ‘aslında evet ama şimdilik boykot’ gerekçesi olan muhatap alınma talebi karşılığını bulmuştur ama yalnızca bu anlamda. Oysa Boykot sadece sandık süreciyle sınırlı olmayan, seferberlikler yolu ile merkezi otoriteden – sistemden devrimci kopuşu içererek gerçek anlamına ulaşabilecek bir politika. Bu noktada ise hem işçi, emekçi ve ezilen kesimlerin politik bilinci hem de BDP’nin yönelimi belirleyici olacak: Çözüm, kendi kaderini tayin hakkı talebi etrafında baskı rejiminin dönüşümünü hedef alacak bir işçi-emekçi cephesi/seferberliği yoluyla mı; iktidarın icazeti ve sınırları içinde mi aranacaktır? Önümüzdeki dönem süre gidecek yeni bir anayasa tartışmaları açısından da, Kürt sorununda çözüm tartışmaları açısından da belirleyici soru bu olacaktır.

EVET sonucu ne anlama geliyor?

Diğer yandan, yüzde 58 EVET kararı (kayıtlı seçmen sayısına göre oranı yüzde 44) öncelikle AKP’nin kredisini henüz tüketmediğini göstermektedir. Artan işsizlik, yaygınlaşan yoksulluk koşullarına rağmen AKP yüzde 44’lük bir kesimin desteğini alıyor ve seçim sisteminin mevcut koşulları içinde yegâne iktidar gücü olma konumunu koruyor.

Bu durumu iki gerçeklikle birlikte okumalıyız. Birincisi, AKP, kendisini iktidara getiren “sorunlar var, ben yaratmadım ama çözeceğim” vaadini, şimdi de “çözmeye çalışıyorum” söylemi üzerinden kitleler için hâlâ canlı bir umut olarak tutabiliyor. Bu durum, patronlar sınıfı için de sıradaki ekonomik saldırı planlarının uygulayıcısı olma potansiyelini kuvvetlendiriyor. İkincisi, AKP bu süreci, bir demokratikleşme, vesayet rejimi ile hesaplaşma olarak makyajlayarak özüne dokunmadığı baskı rejimini yeniden meşrulaştırıyor. Bu yanılsama ise, Türkiye’de solun on yıllardır en temel mücadele alanlarından biri olan rejim sorunu karşısında mücadele taleplerini görünmez kılıyor.

İktidar partisi tarafından, sonuçların, demokrasinin kazanımı-vesayet rejiminin yenilgisi olarak servis edilmesi de aynı makyajlamanın ürünü. TÜSİAD’dan MÜSİAD’a patronlar dünyası da bunu onaylıyor ama “yetmez” diyor, “yeni bir anayasa gerekli”; “21. yüzyıla yakışır bir anayasa”. “Din ve vicdan özgürlüğü”nün, “kimlikler”in, “kuvvetler ayrılığı”nın yer aldığı, ama işçi sınıfının temel haklarının ve Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının yer almadığı bir anayasa…

Yeni bir anayasa için!

Bu durum bizi en başa, HAYIR kararımızın gerekçelerine götürüyor. İşçi Cephesi olarak, Referandum’da HAYIR demenin önemini çeşitli argümanlar üzerinden açıklamıştık. Her birinin ortak noktası şuydu: Anayasa kısmi değişiklik paketi emekçileri, ezilen ve sömürülen tüm toplum kesimlerini hak ve özgürlükler açısından daha da geri götürecektir. Çünkü yeni anayasa değişiklikleri, ilerleme, demokratikleşme adı altında sunulan değişikliklere rağmen 12 Eylül Anayasası’nın içeriğine ve ruhuna yönelik ve dolayısıyla baskı rejimine yönelik hiçbir dönüşüm getirmemektedir. Tersine, bu anayasayı yamalarla sürekli kılma ve normalleştirme hamlesi ile emekçilerin ve Kürt halkının devrimci demokratik istemlerini susturma çabası içine girmişlerdir.

Şimdi aldıkları güvenoyu, patronların temsilcisi AKP hükümetinin sekiz yıldır sürdürdüğü ekonomik karşı devrim programına duraksamadan devam etmesinin önünü açacaktır. Ulaşımdan eğitime, sağlığa birçok alanı piyasalaştıran, sosyal güvenlik hakkımızı gasp eden, bizi özel istihdam büroları ile köle düzenine mahkûm etmenin yollarını arayan hükümetin şu ana kadar ki icraatlarına baktığımızda, önümüzde mevzilerimize yönelik ciddi bir saldırı dalgasının olduğunu öngörmek ve buna hazırlıklı olmak gerekir.

Referandum’da HAYIR demenin önemi işçiler, emekçiler ve ezilen kesimler açısından bu dalgayı yavaşlatabilmenin, bu dalgaya karşı mücadeleyi emekten yana, eşitlikçi, özgürlükçü, laik bir anayasa talebi etrafında ortaklaştırabilmenin yolunu döşeme niyetinde bir adım olmasıydı. Bu saiklardan yola çıkarak referandumda HAYIR demiş ve onu yine bu saiklarla BOYKOT etmiş kesimlerin acil olarak işçi ve emekçiler için patronlar sınıfına karşı bir alternatif yaratabilme çabası içinde patronların değil işçi, emekçi ve ezilen kesimlerin yeni bir anayasa talebini örmesi, referandum sonrası süreç için en önemli görev olarak durmaktadır. Hatırlanması ve emekçilere hatırlatılması gereken ise yalnızca iki cephe olduğudur. Ve o ikinci cepheyi örmenin vakti gelip geçmektedir.

Yorumlar kapalıdır.