Perhiz ve lahana turşusu: Sosyalist Küba ve 500 bin işsiz

Geçtiğimiz günlerde 500 bin emekçinin işten çıkarılması haberiyle tüm kamuoyu gözünü Küba’ya çevirmişti. Bu hiç de azımsanacak bir sayı değildir; çünkü emekçi kesimin yüzde 10’una tekabül etmektedir. Dahası, önümüzdeki beş sene içerisinde bir bu kadar daha işçinin işsiz kalması bekleniyor. Pekiyi, dünyada sosyalizm iddiasındaki ender ülkelerden biri olan Küba’da işsizlik ne şekilde okunmalıdır?

Küba politik geçmişine kısa bir bakış

Küba devrimi, küçük burjuva olan Fidel, Raul Castro ve Che Guevara tarafından Batista diktatörlüğüne karşı demokrasi adına yapılmış bir devrimdir. 1959 yılında, sosyalist ekonomiye geçerek işçi devletine dönüşen Küba, kıtlık ve fakirlik gibi en temel sorunları çözmüş; eğitim, sağlık gibi tüm kamu hizmetlerini ücretsizleştirmiştir. Fakat başından itibaren Küba bürokrasisi Stalinist “tek ülkede sosyalizm” anlayışını benimsemiştir. 70’ler ise, bürokratik yönetimdeki sorunlar ve uluslararası ekonomik krizlerden ötürü, Küba için bir kırılma noktasıdır.

80 ve 90’larda yeniden inşa edilen Küba

Kapitalist Amerika’ya karşı Stalinist Sovyetlerin vitrini olan Küba, 1986’dan sonra SSCB’nin kapitalist dönüşümü ve 1991’de de tamamen yok olmasıyla, vitrin olarak artık bomboştur. Bu kez Fidel liderliğinde vitrini dolduracak olan “devlet tekelinin kontrolündeki” yabancı sermayedir. Bunu da 1995’te yürürlüğe konan Yabancı Yatırım Kanunu’ndan anlıyoruz. Bu kanuna göre, özel yabancı şirketlerin varlığı yasal olarak onaylanmış ve yüzde 100 kendi çıkarları için çalışılmasına izin verilmiştir. Bu yasadan sonra emperyalist saldırılar arka arkaya gelmiştir. Birkaç tanesine değinmek gerekirse, çok uluslu şirket Sherritt’in katılımıyla Küba-Kanada şirketi olan Metalurgica de Moa ülkedeki nikel ithalatının yüzde 40’ını sahiplenmektedir. Ayrıca, Havana sigaralarının yüzde 50’sinin sahibi İngiliz şirketi olan Altadis iken, meşhur Havan Club romunun satışı da Fransız kökenli Pernod-Ricard şirketi tarafından kontrol edilmektedir. Kısacası 80 ve 90’lardan bu yana Küba uluslararası piyasaya ve sermayedarlara kapılarını sonuna kadar açmış ve bu da Küba’da kapitalist restorasyonu kaçınılmaz kılmıştır.

Yeni Küba

Raul Castro, Küba için, “çalışmadan yaşanılabilecek dünyadaki tek ülke kavramını silmek gereklidir” dedi. Bugüne değin çalışarak kazanan Küba emekçisine bu cümlenin ifade ettiği tek şey şudur; Raul yaşasın diye sen işsiz kalacaksın! Dahası, devlet çalışmaya sevk etme bahanesiyle karnelerle dağıttığı erzak yardımını artık sona erdirmeyi planlıyor. Bununla beraber, alım gücü 2009’a kıyasla yüzde 24 düştü. Daha da vahimi eğitim ve sağlık artık bedava değil; peşin veya taksitle ödeme kolaylığı(!) sağlanarak kamusal hizmetler paralı sektöre dönüştürülmektedir. Ayrıca kamuda çalışan emekçilerin aldığı maaşın değeri özel sektörde, özellikle turizm ya da ticaret alanında çalışanların maaşının çok altındadır ve dahası…

Son söz…

Küba, devriminden günümüze kadar emperyalist kapitalizme entegre süreci yaşamıştır. Bugün yaşananlar ise Küba’nın kapitalist dönüşümdeki işçi karşıtı, şirket ve onun çıkarı yanlısı politikalarının birer sonucudur. Ayrıca yaşanan karşı devrim sürecinin Chavez, Molarez vb Latin Amerikalı burjuva önderler tarafından da desteklenip 21. yüzyıl sosyalizmi olarak pazarlanması saldırının yalnızca Küba emekçisine değil, tüm dünya emekçilerine de yöneldiği anlamını taşıyor. Dolayısıyla onu sosyalizmin son kalesi olarak kabul etmek, hangi politikayı takip ederse eyvallah demek, olan biteni algılamak istememektir. Buna rağmen biz hâlâ Küba’daki en ufak bir kazanımı olası bir emperyalist saldırıya karşı savunuruz. Ancak bugün Küba için yapabileceğimiz en önemli şey onu yakından takip edip kapitalist yeniden inşayı tüm gerçekliğiyle teşhir etmeye çalışırken Küba emekçisinin her karşı koyuşunda onun yanında olmaktır.

Yorumlar kapalıdır.