Libya’da barış ancak Kaddafi’nin ve emperyalist yağmacıların kovulmasıyla mümkündür

Kaddafi’nin Libya’da oynadığı -ve bunun bir sonucu olarak emperyalizmin müdahalesine yol açan- en belirleyici rol, Bin Ali ve Mübarek’in düşürülmesinin ardından, onların hepsinin de uygulamış olduğu ayrımsız baskıları devrime karşı bir iç savaşa dönüştürmeyi tercih eden ilk diktatör olmasıdır.

Bölgede emperyalizm yanlısı düzeni korumaktaki azmi; ne Tunus’ta Bin Ali’ye uygulamakta olduğu baskılara yardım teklif etmekle, ne de tıpkı 15 yıl önce Abu Salim cezaevinde 1,200 kişiyi katletmesine benzer biçimde başlattığı acımasız baskıyla sınırlı kalmış, bölgedeki demokratik devrimlerin önüne ateşten bir duvar örmeye kalkışmaya kadar varmıştır. Kaddafi sadece iktidarda kalmaya değil, ama aynı zamanda gelecekteki bölge devrimleri için de bir örnek olmaya çalışmaktadır. Onun bu karşı devrimci rolünde başarıya ulaşabilmesi için emperyalizm haftalarca Kaddafi’nin ağır silahlarla donatılmış kara ve hava birliklerinin, paralı milislerinin devrim kampını hırpalamasını, devrim güçlerini telef etmesini bekledi. 1990’ların ortalarından beri terörizm, göçmen sorunu ve petrol ticareti konularında emperyalizmle tam bir işbirliği yapan Kaddafi’nin, onun adına üstlendiği yeni görev budur.

Emperyalizm askeri müdahale kararını, 1) Kaddafi Bingazi’ye “tıpkı Franko’nun Madrid’e girdiği gibi” girme tehditinde bulunduğu; 2) devrimin isyanın başkentine sıkışmasıyla durumun sürüncemeli bir hal almaya başladığı -Kaddafi bir haftadan beri Misrata’yı bombardıman etmekle birlikte henüz zapt edemiyordu-; ve 3) hareketin yaygınlaşmaya ve radikalleşmeye başladığı anda aldı: Bahreyn emirliği İnci Meydanı’ndaki katliamını gerçekleştirebilmek için Suudi birliklerini çağırmış, Yemen’de durum iyiden iyiye gerginleşmiş, Fas, Ürdün ve Suriye’de de seferberlikler başlamıştı… Emperyalizm durumun kontrolünü doğrudan kendi ellerine almak, yani Kaddafi’yi frenlemek ve zayıflatmak, bu arada uyguladığı silah ambargosuyla da devrimin rejimin birliklerini yenilgiye uğratmasını engellemek için müdahale etmeye karar vermiştir. Emperyalizm bu yolla, kendi çıkarlarının koruyucusu olan rejimi yeniden biçimlendirebilmek ve bölgede kendi adına istikrar temin etmek amacıyla taraflara görüşmeler yoluyla anlaşmaya varma politikasını dayatmaya çalışmaktadır.

Libyalı devrimcilere kendi devrimlerini savunmak için silah sağlamayı amaçlamayan hiçbir politika, hangi iddiayla olursa olsun, bölgede statükoyu, yani emperyalist egemenlik düzenini korumaktan başka bir anlam taşımaz. Bu iddiaların başında müdahalenin “insani amaçlarla” yapıldığı yalanı gelmektedir. Uçuş yasağı konusunun görüşülmeye başlandığı daha ilk andan itibaren, bizzat Pentagon yetkilileri böyle bir yasağın uygulanabilmesi için Libya hava savunma sisteminin çökertilmesi gerektiğini ve bunun da hava bombardımanlarının gerçekleştirilmesini zorunlu kıldığını, yani kaçınılmaz olarak sivillerin ölmesine neden olunacağını söylemişlerdi. Şimdi bu uygulanıyor ve “sivilleri korumak” adına sivil insanlar katlediliyor. Kaldı ki daha iki gün önce Yemen’de Ali Abdullah Salih’in canileri silahsız kitlenin üzerine ateş açıp elli kişiyi katlettiler; Bahreyn’de monarşi sivil insanların kanını akıtmaya devam ediyor; ya Bin Ali ve Mübarek’in eşkıyaları sivilleri öldürürken emperyalistler neredeydi? İsrailli Siyonistler on yıllardan beri Filistinli sivilleri katletmekle meşguller, neden Obama, Sarkozy veya Cameron İsrail üzerinde uçuş yasağı uygulamayı düşünmüyorlar? Avrupa Parlamentosu’nda “insani amaçlarla” Libya’ya askeri müdahalede bulunulması yönünde oy kullanan, başta 1968’in anarşist önderi ve şimdi Yeşiller grubunun önder durumundaki Daniel Cohn-Bendit olmak üzere Sol Birlik (Almanya), Sol Cephe (Fransa), Sol Blok (Portekiz) gibi partiler de, Libya halkının değil kendi emperyalizmlerinin yanında saf tuttuklarını bir kez daha açığa vurdular.

BM Güvenlik Konseyi’nde Libya üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturulmasına yönelik 1973 sayılı kararın oylanmasında Çin, Rusya, Almanya, Brezilya ve Hindistan’ın çekimser oy kullanmaları, üstelik daimi üyeler Çin ve Rusya’nın kararı veto etmemeleri de tamamen bir ikiyüzlülük. Yeni pazarlara ve petrol kaynaklarına ulaşabilmek için Arap halklarının tepkisini çekmemek amacıyla ABD, İngiltere ve Fransa’nın arkasına gizlenen bu ülkelerin hiç biri devrim dalgası Libya’ya ulaştığında Libya halkının yanında yer almamıştı. Üstelik Libya’nın bölünmesi ve Kaddafi’nin olası bir “Trablusya”nın başında kalması halinde onun denetimine bırakılacak petrol yataklarından uzakta kalmaktan korkuyorlar ve ellerindeki “çekimserlik faturası” ile Kaddafi’yle çektirdikleri boy boy resimleri muhafaza etmek istiyorlar. Aynı ikiyüzlülük Türk hükümeti için de geçerli: Kaddafi’ye telefonda iktidardan çekil ricasında bulunmak ya da NATO’nun Libya’ya müdahalesi konusunda başlangıçta çekimser kalmak -ve sonradan onaylamak- yerine Bingazi’ye yeni bir militan “Mavi Marmara” göndermesi Kaddafi’nin düşürülmesinde çok daha etkili olurdu.

Fidel Castro ve Hugo Chavez’in başını çektikleri ALBA grubu “21. yüzyıl sosyalistlerinin” daha başından itibaren devrim karşısında Kaddafi’nin diktatörlük rejimini desteklemiş olmaları daha da utanç verici bir durum. Bu grubun tutumu, farklı partilerin ve grupların dilinde farklı gerekçeler almakta:

  • Savaşın, emperyalizmin “petrol için kan” saldırısı olduğunu söyleyenler var. Emperyalizmin Kaddafi’ye saldırısı onun bir anti-emperyalist olmasından ya da -Saddam’a yönelik politikasında olduğu gibi- petrol kaynakları üzerinde doğrudan denetim elde etmek istediğinden değil, onun emperyalizm adına bölgedeki ekonomik ve politik istikrarı sağlamayı güvence altına alamamasından kaynaklanmaktadır. Kaddafi ve emperyalizm karşı-devrimci saldırının iki yüzüdür. Birincisi, 17 Şubat’ta Kaddafi’nin Bingazi’deki göstericileri katletmesiyle, ikincisi ise 18 Mart’ta emperyalist müdahaleyle başlamıştır.
  • Libya’da bir devrim olmadığını iddia edenler de var; bunlardan bazıları emperyalizmin desteğindeki bazı muhaliflerin darbe girişiminden, diğerleri ise, gene emperyalizm yanlısı olarak tanımladıkları aşiretler arasındaki bir savaştan söz etmekteler. Oysa tam tersine, ordunun içinde bölünmelere yol açan ve bazı kesimlerinin devrimcilerin safına geçmesine neden olan, Trablus ve Bingazi gibi kentlerde göstericilerin katledilmesi olmuştur. Öte yandan, eğer Bingazi bölgesindeki aşiretler açıkça emperyalizm yanlısıysa, neden emperyalizm tüm gücüyle Kaddafi’yi tamamen yıkıp iktidarın bunların eline geçmesini sağlamamakta? Sonuçta emperyalizm yanlısı kesimlerin durumun denetimini ellerine geçirebilmeleri olasılığı bir gerçekliktir, ama durum henüz bu noktaya gelmemiştir ve emperyalizm direnişin hırpalanmasına bu nedenle izin vermektedir.

Emperyalizmin müdahalesine karşı çıkan, ama Kaddafi’ye karşı çıkmayanlar emperyalizmin sol kanadıdır; diktatörün manevralar yapmasını meşrulaştıran bu tutuma karşı mücadele edilmelidir.

Burjuva hükümetlerin askeri müdahalesini destekleyen, Kaddafi’ye arka çıkan, her iki tarafa da silah ambargosu uygulanmasını kabul eden ve tarafların karşılıklı görüşmeler yoluyla anlaşmaya varmasını hedefleyen her türlü anlayış, Libyalı devrimcilerin daha başından beri savundukları bir talebe karşı çıkmak anlamını taşır: devrimin savunması için silah. Zapatero hükümetinin yaptığı gibi, kendisinden silah talebinde bulunulmasına karşılık BM kararının her iki tarafa da silah ambargosu uygulanmasını öngördüğü yanıtını veren hükümetlerin bu tutumu teşhir edilmelidir. “Libya devrimine silah yardımı” talebi uğruna mücadele edilmelidir. Kendisini solda tanımlayan tüm partilerin bu doğrultuda başlatacakları bir kampanya sadece Avrupa işçi sınıfını harekete geçirmekle kalmaz, ama aynı zamanda hükümetler üzerinde oluşturacağı basınçla etkili ve somut sonuçlar da verirdi.

Şimdi emperyalistler Libya’nın geleceğini kendi aralarında ve Libya’daki Ulusal Geçici Konsey (UGK) ile tartışıyorlar, pazarlıklar yapıyorlar. Kaddafi ile mi, onsuz mu? Tek bir Libya mı, yoksa iki parça mı? Hangi yataklar hangi kesimde kalacak? Bu kesimlerin emperyalist hamileri kimler olacak? Gerçekleştirdikleri bombardımanlarla Libya’nın kaderi Libya devriminin elinden alınıyor ve gizli diplomasiye havale ediliyor. Emperyalizmin hakemliğinde yapılan bu pazarlıklar Kaddafi rejimine son vermeye değil, demokratik bir dönüşüm olmaksızın devlet aygıtının kısmi reformlarla ayakta tutmaya yöneliktir. UGK’nin emperyalist müdahaleyi talep eden kesimlerinin, rejimi yıkmadan bir anlaşmaya varılmasını talep etmeleri çok muhtemeldir; nitekim UGK’nin bir kesimini rejimin eski kadroları oluşturmaktadır. Sınırlar, bir kez daha emperyalist politikacıların ve generallerin masasında ve cetvelle çizilecek ve “insani yardım” olarak Libya halkının önüne sunulacak.

Dünya halkları, özellikle de Arap emekçiler ve işçi sınıfı bu oyunu görmeli ve bozmalıdır. Libya’nın kaderini tayin hakkı sadece ve sadece Libya halkına, demokratik hedeflerini başından beri ilan etmiş olan Libya devrimine aittir. Bütün gücümüzle emperyalizmin Libya’ya her türlü askeri müdahalesini, bu yolla Arap halkların devrim sürecini frenlemesini engellemeliyiz. Bugün Libya, yarın Yemen, öbür gün Suriye… Sıra hepsine gelecek.

Kaddafi Defol! Libya devrimine silah yardımı!

Emperyalist müdahaleye hayır! Ne pazarlık, ne Libya’nın bölünmesi!

Yaşasın Libya devrimi!

Yaşasın Arap devrimi!

Yorumlar kapalıdır.