Meydanlar sosyalistleri cezalandırdı, seçimleri muhafazakârlar kazandı

15 Mayıs günü Madrid’in Puerta del Sol meydanı kendini “sistem karşıtı” olarak gençlerle dolmaya ve meydanın orta yerine kamp çadırları kurulmaya başladığında tüm İspanya halkı sadece uzun soluklu bir mücadelenin başladığına inanmakla kalmadı, ama aynı zamanda yıllardan beri sesi çıkmayan genç kitlelerin itmesiyle ülkenin yeni bir seferberlik evresine doğru yol almaya başladığını düşünmeye koyuldu.

İşsizlik oranının üç yıldan beri giderek arttığı ve 30 yaş altı gençler arasında yüzde 45’e gelip dayandığı bir ortamda, mühendis, avukat, mimar vb. meslek gruplarından bir grup kalifiye genç işsizin, “Hemen Şimdi Gerçek Demokrasi Platformu” adı altında Facebook ve Twitter aracılığıyla yaptıkları yakınmalar ve çağırılar sonuçta yanıt bulmuş ve kentli orta sınıf gençler, kendiliğinden bir biçimde alana dolmaya başlamıştı. Anarşist bireycilerden, alternatif yaşam savunucularına ve punk kolektiflerine kadar değişen bir yelpazede önce yüzlerce, ardından bin ve on binlerce insan meydana akın ediyor, kendiliğinden oluşan çeşitli komisyonlara katılıyor, genel toplantılarda görüşlerini dile getirmenin tadına varıyorlardı.

Hemen her şeyden şikâyet ediyorlardı: işsizlikten, bankerlerden, politikacılardan, çevre kirliliğinden, özelleştirmelerden, eğitim sisteminden, ataerkil toplum yapısından, kapitalist sistemden, dört yılda bir oy vermekten ibaret sahte demokrasiden… her şeyden. Puerta del Sol‘un İspanya’nın “Tahrir Meydanı” olduğunu söylüyorlar ve “İspanya devrimi”nin başladığını iddia ediyorlardı. Ve talepleri yerine getirilinceye değin alandan ayrılmayacaklarını bildiriyorlardı. 15-M hareketi birkaç gün içinde başta Barselona olmak üzere diğer kentlere de yayılmaya yüz tuttuğunda ortaya merkezi bir soru çıkıyordu: şikâyetlerinin karşılığında ileri sürdükleri temel talepleri neydi? İşte hareketin en zayıf olduğu nokta buydu: Sistem eleştirileri karşılığında herkesi seferber edecek bir seçenek ileri sürülemiyordu. Sadece bu değil, bu seçeneğin örgütlü bir biçimde ileri sürülmesine de karşı çıkıyorlardı. Bu gençlere göre “doğrudan demokrasi” bireysel katılımın ötesine geçmemeli ve hiçbir politik gruplaşma harekete dâhil edilmemeliydi. Profesyonel burjuva politikacılarına yönelik eleştiri, her türlü sol ve devrimci örgütlenmeyi, hatta sendikaları da “kurumsal” ve “diktatoryal” hiyerarşi grubuna dâhil ederek dışlıyordu. Puerta del Sol‘u, Katalonya meydanını ve diğer kentlerdeki benzer alanları, kendilerine atfettikleri Tahrir olma vasfından ayıran belki de en önemli fark burada yatıyordu: Tahrir, diktatörlük rejimine karşı sendikal ve politik örgütlenme hakkı için mücadele ederken, burjuva demokrasisinin kendilerine tanıdığı olanaklardan yararlanan İspanyol gençler devrimci örgütlenmeyi yasaklamaya, dışlamaya yöneliyorlardı. Ve tabii sonuçta, “sistem karşıtı” meydanlar sisteme alternatif bir proje geliştirme olanağı yakalayamıyordu.

Bu merkezi zaafına karşın 15-M alanları kuşkusuz çok önemli bir seferberlik kaynağı, yıllardan beri süren kitle eylemsizliğinden çıkışın olası bir fünyesi. Bugünlerde alanlar, eylemliliğin ne tarzda sürdürülebileceğini tartışıyor. Tahrir benzetmesinden hareketle bazı önemli sorulara yanıt getirebilmek gerekiyor. Tunus ve Mısır’da alanlar Bonapartist rejimlerin saldırılarına kahramanca dayanarak karşılık vermişlerdi; ama Bin Ali ve Mübarek, alanların açtığı gedikten tam da işçi sınıfı yürümeye başladığında barutlarını tükettiklerini anlamışlar ve bavullarını hazırlamaya koyulmuşlardı. Şimdi Madrid ve Barselona başta olmak üzere alan seferberlikleri İspanya proletaryasını harekete geçirecek mi? Alanlar eylemlerini işçi mahallelerine ve sanayi bölgelerine taşıyabilecek mi ya da böyle bir perspektife sahip olacak mı? Güçler dengesinde ve sınıf bilinci düzeyinde devrimci bir değişiklik gerçekleşecek mi?

Bunlar önemli sorular, ama ne var ki 22 Mayıs yerel seçimlerinin sonuçları fazlaca iyimser olmamıza olanak tanımıyor. Üç yıldan beri süren ve genel işsizlik oranını yüzde 20’ye (5 milyonun üzerinde işsiz) dayandıran ekonomik krizin faturasını, kriz karşısında neoliberal politikalar izlemenin ötesine geçemeyen Sosyalist Parti (PSOE) üstlenmek zorunda kaldı, oyları dört yıl önceki 7,7 milyondan (%34,9) 6,3 milyona (%27,8) geriledi. Ama bu kayıp 1,5 milyon oy sol partilere değil, içinde güçlü bir faşist kanat da taşıyan sağcı Halk Partisi’ne (PP) kayarak bu partinin hemen bütün kentlerde ve otonom bölgelerde yönetimi eline geçirmesini sağladı. Barselona gibi otuz yılı aşkın bir süreden beri sosyalistlerin çoğunlukta olduğu bir “kızıl kent” bile, merkez sağ milliyetçi Katalanların (CiU) denetimine girdi. Valensiya’da yolsuzluktan yargılanan PP yönetimi sosyalistleri ezdi geçti. Madrid’de faşizan söylemleriyle ünlü PP lideri Esperanza Aguirre, PSOE ve Sol Birlik’in toplamından iki kat fazla temsilci çıkardı. Cordoba, Sevilla gibi tarihi sol kentler PP’cilerin yönetimine girdi. Özetle İspanyol sağı, 2012 Nisan genel seçimlerini bile beklemeden merkezi hükümeti eline geçirmek için her türlü “demokratik” gerekçeye sahip olduğunu belli etti.

Politik parti ve “sahte demokrasi” karşıtı 15-M alanlar hareketinin neoliberal Sosyalistleri ve reformist solu bu hezimetten kurtarması beklenemezdi elbette. Ama genel eğilimi “kimseye oy yok” olmasından ötürü seçimlere katılım oranında bir düşüşe yol açması, düşman tarafından daha bir ciddiye alınmasına neden olabilirdi. Oysa öyle olmadı, katılım oranı iki buçuk puan artarak %66 oldu; sadece “beyaz oy”larda kısmı bir artış yaşandı (%2’den %2,5’a yükseldi). Yani alan seferberlikleri, “ben sizin aranızdaki dalaşa karışmıyorum” tutumuyla belediyelerin ve otonom bölge yönetimlerinin sağcı PP’nin eline geçmesine kayıtsız kaldı, ülkedeki politik renk değişikliğine sırtını döndü. Yegâne olumlu gelişme, Bask yurtsever solunu temsil eden Bildu‘nun kendi otonom bölgesinde onlarca belediyeyi ve San Sebastian gibi büyük bir kentin yönetimini ele geçirmesi ve tüm bölge düzeyinde milliyetçi sağın (PNV) ardından ikinci parti haline gelmesi oldu.

İspanya, bugünlerde ciddi bir çelişki yaşıyor: Tüm ülke düzeyinde denge sağın lehine doğru eğilirken gençliğin başlattığı meydan seferberlikleri kentlere yeni bir canlılık getiriyor. Sorun işçi sınıfının tutumunda düğümleniyor. Proletarya, bürokratik sendika önderliklerine karşı ve onlara rağmen sürdürmeye çalıştığı mücadelesinde yeni bir sıçrama gerçekleştirebilecek mi? Sağlık ve eğitim alanlarında başlayan yeni işten çıkarma ve sosyal kesinti saldırılarına karşı gelişmekte olan mücadeleler yaygınlaşabilecek mi? Çok uluslu Telefonica şirketinin hazırlandığı 8.500 kişilik tensikat planına sendikalar ciddi bir yanıt geliştirebilecek mi?..

Meydan seferberlikleri İspanya’da yeni bir mücadele dönemine işaret ediyor, ama dönemin proletaryanın kitle seferberliğine ve devrimci partisine ihtiyacı var.

Yorumlar kapalıdır.