15-16 Haziran’dan dersler

12 Haziran 2011 seçimleriyle birlikte patronlar sınıfının ve onların temsilcileri düzen partilerinin önlerine koydukları görevler yine biz işçi, emekçi ve ezilen tüm kesimler için yeni saldırı planları olarak karşımızda durmakta.

Seçimlerden sonra rejimin yeniden yapılandırılması amacıyla yeni bir anayasa hazırlamak için kolları sıvayan düzen partileri bir yandan burjuvazinin “prangalarını” kaldırırken diğer yandan neoliberal saldırılarla bizim prangalarımıza zincirler vurmaya devam ediyor. Geçtiğimiz dönem esnek ve güvencesiz çalışmayı kural haline getiren Torba Yasa gibi bir saldırı paketini istediği şekilde geçiremeyen hükümet, bu dönem güvencesiz, taşeron, sigortasız, düşük ücretli, sendikasız çalışma sistemini hayata geçireceğe benziyor. Patronlar krizlerden kârlarını artırarak çıkarken, bizim cephemizde artan ise yoksulluk, güvencesizlik ve işsizlikten başka bir şey olmuyor. Lakin bu yasaları meclisten geçirtmemek de elimizde!

15-16 Haziran 1970’te verilen direniş bunun en iyi örneklerinden biri. Türkiye işçi sınıfı tarihinin bu en büyük eylemi örgütlü gücün karşısında hiçbir şeyin duramayacağını kanıtlamaştır.

CHP’nin iktidar olduğu tek partili dönemde ne grev hakkı ne de toplu iş sözleşmesi hakkına sahip olan Türkiye işçi sınıfı, sözde demokratikleşme söylemleriyle iktidara gelen Demokrat Parti döneminde de ekonomik ve siyasal saldırılara maruz kaldı. 27 Mayıs askeri darbesinin Menderes iktidarını devirmesiyle birlikte yeni bir döneme girilmiş oldu. Bu dönemde özellikle de 60’lı yılların son yarısında kapitalizmin hızla gelişmesiyle sanayileşme ve kentleşme hızı da artıyordu. Bu durum yeni, genç, deneyimsiz ama uyanan bir proleteryayı işaret ediyordu. 1961 anayasasının getirdiği görece liberal atmosferde bir yandan yasaklı sol kitapların serbest kalmasıyla sosyalist düşüncenin geniş aydın ve öğrenci kesimlere ulaşması, diğer yandansa işçi sınıfının gücünü toparlamaya başlaması söz konusu idi.

60’lı yıllarla birlikte Türkiye işçi sınıfı geleneksel sınıf mücadelelerini öğreniyor, sayıca az olsa da uzun soluklu grevler gerçekleştiriyordu. Kuruluş amacı işçi hareketini devlet denetiminde tutmak olan Türk-İş, gerek grevlere verdiği “destekle” gerek meclisten çıkan işçi sınıfına saldırı niteliği taşıyan yasalara verdiği destekle artık bu harekete dar gelmeye başlamıştı. Türk-İş’in bütün bu tutumlarını eleştiren ve sendikal mücadeleye yeni bir yön vermek isteyen sınıf mücadeleci sendikalar Türk-İş’ten tasfiye edildiler. Ancak bu durum yeni bir sınıf örgütünü doğuruyordu: DİSK. Maden-İş, Gıda-İş ve Lastik-İş yaptıkları ortak bir kongreyle 13 Şubat 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in kuruluşunu açıkladı. Yine 1967 yılında DİSK’ in kurulmasıyla hızla üye kaybeden Türk-İş’ in imdadına 274 sayılı Sendikalar Yasası değişikliği yetişti. O yasanın hazırlayıcılarından biri de 1970’lerin sonunda DİSK’e başkan seçilecek olan CHP’li Abdullah Baştürk idi. Yasa değişikliği tasarısı; sendikadan ayrılmayı zorlaştırıyor, bir sendikanın Türkiye çapında faaliyette bulunabilmesi için ilgili işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmesini şart koşuyordu. Bu da DİSK’i işlevsiz hale getiriyor ve yeni kurulacak sendikaların önünü kapatıyordu.

İşte 15-16 Haziran direnişine bu koşullar altında gelinmişti.

Tasarı kabul edildi. DİSK ise onun varoluş koşullarını ortadan kaldıran yasa tasarısına karşı 17 Haziran için eylem kararı aldı. Ancak bu eyleme de izin vermediler. DİSK’in eylem için beklemelerini haber verdiği işçiler izin çıkmadığı halde bu karar karşısında kendiliğinden sokaklara döküldü. 15 Haziran günü 115 işyeri ve 75 bin işçi, 16 Haziran günü ise 168 işyeri ve 150 bin işçi sanayi proleteryasının yoğun olduğu İstanbul ve İzmit’te işyerlerini, sokakları, meydanları zapt etmiştir. Öncü işçiler ve devrimcilerin yol göstermesiyle onbinlerce işçi yürüyüşler ve mitingler düzenleyerek kent merkezlerine doğru ilerliyorlardı. Ertesi gün polisin ateş açmasıyla çatışmalar çıkmış, üç işçi öldürülmüştü. Ordu ise tanklarıyla olaylara müdahele etmeye çalışıyor, askerin oluşturduğu barikatlar aşılıyor ve mücadeleye devam ediliyordu. Tüm bunların karşısında burjuvazi devlet şiddetini arttırdı. Akşam saatlerinde ordunun sıkıyönetim ilan etmesiyle mücadelenin arkasında durmayarak işçilere direnişi bitirme çağrısında bulunan DİSK bürokrasisi 15-16 Haziran direnişini bu şekilde sonlandırıyordu.

15-16 Haziran direnişinden öğreneceklerimiz

Türkiye’de sınıf mücadelesinin en yüksek örneklerinden biri olan bu direniş sınıfa kendi muazzam gücünü göstermiş, örgütlü gücün karşısında hiçbir şeyin duramayacağını kanıtlamıştır. Dahası devrimin öncü gücünün işçi sınıfı olduğu, öznesi işçi sınıfı olmayan bir devrim olamayacağını ispatlamıştır.

15-16 Haziran yıllara yayılan bir mücadelenin ürünüdür ancak şu da unutulmamalıdır ki devrimci bir önderliğe sahip olmayan hiçbir mücadelenin ilerletilmesi ve kazanımlarının korunması mümkün olmayacaktır. Yaşadığımız çağda tıpkı Arap devrimlerinde görüldüğü gibi patlamalı seferberlikler açığa çıkacaktır. Ancak mesele bu seferberliklere ve sınıfa önderlik edebilecek devrimci bir sınıf partisini inşa etmekte yatmaktadır.

Yorumlar kapalıdır.