Blok ve Çatı Partisi üzerine
12 Haziran seçimlerinin ardından Yüksek Seçim Kurulu hiç vakit kaybetmeden Blok vekili Hatip Dicle için veto kararı verdi. Bunun ardından, CHP’nin göstermelik şovunu saymazsak parlamentonun yaşadığı en büyük kriz Blok vekillerinin meclisi boykot etmeleri oldu. Meclisin tatile girmesi, operasyonların başlaması ve çatışmaların sürmesi ile beraber bu sorun halen çözülebilmiş durumda değil.
Veto kararı, rejimin Blok vekillerinden ne denli korktuğunu ve Blok’un gücünü yeni anaysa tartışmaları döneminde azaltmak için elinden geleni yapacağını yeniden berrak bir biçimde gösterdi. Buna ek olarak Zeytinburnu olayları da, Kürt sorununa dair kana susamışlığın dinmediğini sergiliyor.
Bu somut durum ve Blok’un zayıf yanları, Blok’un geleceğini tayin edecek olan iki temel belirleyen haline gelmiş durumda. Bugün de Blok’un geleceğine ve Çatı Partisi tartışmlarına en sağlıklı yaklaşımı geliştirebilmek için bu iki hususu incelemek gerekiyor.
Blok’un niteliği hakkında bir anımsama
İşçi Cephesi’nin Blok içerisinde yer almasının dört temel sebebi vardı. Bunlar; iş güvencesi (neoliberal saldırılar), ulusların kaderini tayin hakkı, emperyalizmden kopuş ve demokratik dönüşümlere ilişkin temel yaklaşımlarımızdı. Daha öncesinde de söylediğimiz gibi Blok programı esasında bu dört temel talebimizi dışarıda bırakabilecek çeşitli zaaflara sahipti. Ancak, seçim öncesindeki YSK’nın Blok vekillerine veto kararı alması rejim karşısında her şeye rağmen Blok’un önemini bir kez daha göstermişti. Öte yandan, Blok vekillerinin, özellikle İstanbul ve Mersin gibi şehirlerde gidilmedik bir işçi direnişi, uğranmadık bir yoksul mahallesi bırakmaksızın iş güvencesi vurgusuyla yürüttükleri çalışma, bizlerin bu dört temel talebimizi daha da rahat ifade edebilmemizi sağlamıştı.
Ayrıca seçim süreci, iş güvencesi talebi ile bir araya getirebildiğimiz Türk işçilerinin mücadeleleri ile, Kürt halkının haklı mücadelesi arasındaki birleşmenin temel unsuru olabileceğini de bizlere göstermiş oldu.
Bu yönü ile Blok yalnızca oy verecek olan işçilerin ve Kürtlerin değil, oyunu MHP’ye, AKP’ye yönelten ve de CHP’yi umut olarak gören işçiler üzerinde dahi bir ilgi yaratabildi. Bu içerikteki bir çalışma onlar üzerinde oylarını alsak da alamasak da geleceğe dair bir umut ve takip isteği yarattı. Yani üzerimizdeki sorumluluk oy veren kitlelerle sınırlı değildir, ilgilerini çektiğimiz ve merakla izlemeye koyulan kitleleri de kapsamaktadır.
Çatı Partisi tartışması
BDP önderliğinin önerisi ve pek çok başka Blok bileşeninin desteği ile bir seçim birliği olan Blok’un kalıcılaşması ve muhalefet odağı olabilmesi için çatı partisi haline dönüştürülmesi gündemde.
Kulağa çok sıcak gelen bu önerinin, bir parti mi, yoksa her bileşenin kendi varlığını koruyabileceği bir “çadır” mı olacağı hususunda halen çeşitli öneriler mevcut. Buna rağmen, lokal olarak mücadele halindeki işçi sınıfını birleştirmek ve derinleşen kriz karşısında mevzilenmek, bunun yanında Kürt halkının seferberliği ile sınıf mücadelesi arasında bir bağ kurabilmek adına Blok ittifakının kalıcılaşması için çabalamak gerçekten de somut ihtiyaçlara cevap veren bir adım olacaktır.
Ancak başlangıcından itibaren ilerilikleri ve zayıflıkları olan Blok’un kalıcılaşması, birlikteliğe zayıflıkların egemen olmasına mı, yoksa ileriliklerinin kalıcılaşmasına mı sebep olacaktır?
Bizim umudumuz bu ileriliklerin kalıcılaşması yönündedir. Çatı ya da çadırın, ayrılıkların değil, birliklerin somutlaşması olabilmesi için de bazı konularda kesin bir netliğe gereklilik vardır.
Bir kez daha “dört temel nokta” üzerine
BDP çatı partisi önerisini, “Yeniden kurulmak üzere olan Türkiye’nin” demokratik bir parçası olmak niyeti ve gerçek ana muhalefet olma hedefi ile önermektedir. Bu betimlemenin kendisi pek çok zaafa sahiptir. Çünkü, “Demokratik Türkiye’nin parçası olmak” daha insani bir kapitalizm şiarı ve birkaç kısmi demokratik talebin mücadelesi ile sınırlıdır.
Tam da bu noktada, demokratik Türkiye’nin bir parçası olabilmek adına öne sürülen en temel çözüm özerklik talebi haline gelmekte, hatta demokratik özerklik talebi Kürt illeri için değil, tüm Türkiye için önerilmekte ve de istihdam yaratacağı gerekçesi ile işsizliğe de çare olarak sunulmaktadır. Ki bu durum da iş güvencesi talebini özerkliğe indirgeyen bir hale getirmektedir. Bunun yanı sıra demokratik dönüşümlere dair ise yeni anayasa tartışma sürecinde AKP’nin demokratik gericilik basıncına da açık kalınmaktadır.
Öte yandan, doğrudan doğruya kaderini tayin hakkını savunmaksızın, kimi kısmi demokratik talepleri dile getirmek, yine rejimin Kürt önderliğini tasfiye ederek kısmi demokratik taleplerle hem seferberliği sonlandırmak hem de operasyonları sürdürmek amacına bir koz sunabilecektir. Bu sebeple, Kürt sorununun çözümü için AKP üzerinden rejimle uzlaşı yollarının bu açık sonucuna karşı, kaderini tayin hakkını doğrudan savunmak yakıcı bir gerekliliktir.
Buna ek olarak Blok programının içerdiği AB sempatizanı nüveler, AB’deki göçmenlik karşıtı ırkçı yasaların ve emek düşmanı yasaların da hızla entegre olmasını sağlayacak bir tehlikeye sahiptir. Bu sebep emperyalizmden kopuş talebinin belirginlik kazanması adına bir başka önemli konudur.
Son olarak da, Blok’un gerçek anlamda devrimci bir birlik yaratması ve işçi sınıfının çıkarına sonuçlar doğurabilmesi için de, kıdem tazmninatının ve esnek çalışmanın da masaya yatırıldığı şu dönemde çok somut bir biçimde, işten çıkarılmaların yasaklanması, mevcut hakların korunumu, 6 saat 4 vardiya gibi somut taleplerle iş güvencesi talebinin dile getirilmesi ve bu doğrultuda işçi sınfının mücadele halindeki sektörlerinin mücadesini birleştirme amacı gütmesi stratejik bir öneme sahiptir.
İşçi sınıfı ve yoksul Kürt halkı arasındaki kalıcı bir birliğin ihtiyacı her zamanki gibi kendisini hissettiriyor. Bu yüzden, daha güçlü ve daha büyük bir birlikteliğe ulaşmak için elimizden gelen tüm çabayı sarf etmek hepimizin görevidir ve bizler de bu konuda üzerimize düşeni yapacağız. Ancak daha büyük bir birlikteliğe zaafların değil, ileriliklerin hakim olabilmesi için kat edilmesi gereken mesafe, yine bu dört temel ilkeden geçmektedir.
Yorumlar kapalıdır.