Yurttan ve cihandan kriz manzaraları

Önceleri ufak bir yol kazası dediler, ardından türbülans serbest piyasa ekonomisinin doğal salınımları olarak adlandırıldı. Çıkış mümkündü yalnız, acı reçetenin tadına bakmak gerekiyordu ve neoliberal reformlar kararlı bir biçimde, sızlanmadan uygulanmalıydı.

Oysa Yunanistan’ı yepyeni ve tasavvur edilmez bir sefalet sarmalına sürükleyen kriz dalgası şimdi İrlanda, Portekiz ve İspanya üzerinden İtalya’ya da sıçramış durumda. 2008 yılında patlak veren kriz dalgası, ABD’de FED’in -Federal Rezerv Bankası- ve AB içinde türlü neoliberal hükümetin çöküş yaşayan finans kuruluşlarına ve çok uluslu şirketlere trilyonlarca dolarlık kamu kaynağını transfer etmesiyle yatışır gibi oldu. Gelin görün ki, 2009 yılından itibaren manzara daha da dehşet verici bir görüntü kazanmıştı; derin bütçe açıkları, kabaran kamu ve devlet borçları, iflas eden sosyal güvenlik fonları ve dahası devletlerin borçlanabilme kapasitelerindeki daralma krizin şiddetini arttırmaktaydı. Bu kriz kapitalizmin alışıldık krizlerinden farklılaşmış, büyük emperyalist metropolleri sarsar hale gelmişti.

Şimdi borç sarmalı içindeki ülkeler dizisine yasal borçlanma sınırlarına çoktan dayanmış durumdaki ABD de ekleniyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın yasal borçlanma sınırlarını yukarıya çekmek amacıyla Cumhuriyetçilerle giriştiği pazarlıklardan henüz bir sonuç çıkmış değil. Obama, bütçe açığını azaltmak amacıyla eğitim, sağlık ve kamu harcamalarında eşi benzeri görülmemiş kesintilere gitmeyi önerirken toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirmeyi göze almış görünüyor.

AB ülkelerinde gündeme gelen kesinti ve kemer sıkma politikaları, İrlanda, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde toplumsal kutuplaşmayı yoğunlaştırırken, bir yandan bu ülkelerin borç yükünü arttırdı diğer yandan ise, söz konusu ülkelerdeki ekonomik durgunluğu derinleştirdi. İtalya’dan gelen alarm sinyalleri nedeniyle Brüksel’de bir araya gelen AB yetkililerinin almış oldukları yeni “kurtarma” politikalarının tek bir anlamı var: Ne pahasına olursa olsun, özellikle Alman ve Fransız bankalarının alacaklarının -en azından önemli bir miktarının- kurtarılması.

Gelişmelerin sınıf mücadelesi düzeyinde bir incelemesi, izlenen “kurtarma” politikalarının neoliberal “reformların” başarısına endekslendiği gerçeği düşünüldüğünde, emekçi halkların daha da derinleşen bir yoksulluğun pençesine düşmesi, ekonomik durgunluğun kalıcılaşması, işsizliğin habis bir ur gibi yaygınlaşması eğilimine işaret ediyor. Yani, yükselen seferberlikler söz konusu neoliberal hükümranlığı yenilgiye uğratmadıkça, kurtarma politikalarının başarısı da başarısızlığı da kaçınılmaz olarak derin bir ekonomik depresyonu ve sosyal yıkımı tetikleyecek.

Kriz var, kriz var, bunalım var!

Dünyayı sarsan ekonomik krizin Türkiye’yi “teğet geçtiğini”, ekonomik gücümüzün diğer ülkelerle kıyaslanamayacak kadar sağlam olduğunu böbürlenerek savunan AKP kurmaylarından, Temmuz ayında peş peşe gelen açıklamalar soğuk duş etkisi yaptı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, dünya ekonomisi üzerinde kara bulutların gözükmeye başladığını ifade ederek, kötü haberi veriyorum, Türkiye’ye olumsuz etkileri olacaktır. O yüzden tedbirli olun. Ne varsa onu tutun. Fazla harcamayın,” uyarısında bulunuyordu. İronik olansa daha bir yıl önce aynı hükümetin “Alın satın ekonomiyi canlandırın” kampanyasına sırtını yaslamış olmasıydı. AKP hükümeti, 2008 yılına kadar gözü kara şekilde uyguladığı neoliberal karşıdevrim politikalarıyla muazzam bir sosyal eşitsizliğe yol açmış olmasına karşın, lehteki faktörler 2008 yılına dek bu durumun sonuçlarını katlanılabilir kıldı. Bir yandan 2000’li yıllar boyunca süren olumlu dünya konjonktürü, diğer yandan 2008 kriziyle birlikte iç tüketimi canlandırma siyaseti AKP’ye seçim zaferini getirse de yolun sonu gelmiş görünüyor. Dünya krizinin dehşetli dalgaları AKP hükümetinin “güvenli” limanına vurdukça cila dökülüyor, gerçekler gizlenemez oluyor.

Türkiye artık dış gelişmelere açık ve korunaksız bir görüntü arz ediyor. Cari açık sorununu dengeleyebilecek tek faktör, stratejik ihracat pazarı olan AB ülkelerine ihracatın fazlalaşması. Oysa AB ülkelerindeki mali çöküş bu ülkelerin talep gücünü süratle daraltmakta. Bunun anlamı Türk sanayisinde kapasite daralmaları, daha da yaygınlaşacak işten çıkarmalar, aile gelirlerinde düşüş, artan icra ve iflas dalgaları. Bu nedenle işten çıkarmalara, ücret kesintilerine karşı verilecek mücadele ve çalışan işçilerle işsizler arasında bir mücadele birliğinin kurulması, önümüzdeki sürecin tayin edici görevlerinden olacaktır.

Dünya krizinin önümüzdeki dönemde Türkiye gündemini belirleyecek alanlarının şifreleri burada yatıyor: Yabancı sermayenin süratle çekilmesi, iç ve dış talepteki daralma, devlet borcu son 5 yıl içinde 2 kat, iç borcu 2.5 kat, özel sektöre ait dış borcu 4 kat artmış bir ülkede bir borç sorununu gündeme getirebilir.

Öte yandan ülkede en yüksek gelir dilimine sahip yüzde 20, toplam gelirden yüzde 47,6 pay alırken en düşük, en alttaki yüzde 20’lik dilim milli gelirden sadece yüzde 5.6 pay almakta oluşu, olası bir sosyal yıkımın ölçeğini gözler önüne sermekte. Olası bir kriz şokunun doğrudan etkilerine maruz kalacak emekçi yığınların, iflas, kredi borcu batağı, işsizlik ve evsizlik karşısında en ufak bir sosyal korumadan yoksun kalacak olmasının ciddi sonuçlarına hazırlanmak gerekli.

Unutmamak gerekir ki, iş gücü piyasasının yapısal ölçekte dönüştürülmesi AKP’nin birincil önceliklerinden. 2010 yılında ilan edilen Orta Vadeli Program bunu açıkça ortaya koyuyor. Torba Yasa ve bölgesel asgari ücret politikalarından sonra 61. Hükümet programı, tam da bu nedenle işçi sınıfına yönelik iki ana eksen üzerinde yükselen cepheden bir mücadele çizgisine girişiyor; kıdem tazminatı gibi işçiye sosyal riskler karşısında dayanma güvencesi sağlayan bir hakkın imha edilmesi ve işgücü piyasasının “daha fazla” esnekleştirilmesi. Bu cephe saldırıları dünya krizinden işçi ve emekçilerin payına düşecek “sosyal bedellerden” sadece birkaçı olacak.

Sınıfı bağımsızlaştırmak, talepleri ortaklaştırmak

2008 yılında ilk kriz dalgasının yol açtığı kitle seferberlikleri, Avrupa genelinde mevcut sendikaların sınıf işbirlikçi tutumları ve neoliberal politikaların sadık taraftarı “sol partilerin” çabalarıyla yatıştırılır gibi oldu. AB’nin ve Euro bölgesinin her ne pahasına olursa olsun savunulması çizgisi, yalnızca sınıf hareketinin yükselen seferberliklerde öncü bir pozisyon üstlenmesini kesintiye uğratmadı, ama aynı zamanda krizin etkilerini geri dönüşsüz şekilde derinleştirmiş oldu.

Etkileri Avrupa’nın merkezinden başlayarak Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya sıçrayan mevcut kriz, bir yandan belirsizlikler, diğer yandan ise fırsatlarla yüklü. Emperyalist kapitalist sistemin yenilgiye uğratılamayacağı, olsa olsa insanileştirilebileceği umudu sönerken, milyonlarca insan şimdi derin bir güvensizlik duygusunun pençesinde kıvranıyor. Sefalet özellikle de en çok sömürülen kesimlerden başlayarak her alanda yaygınlaşmakta. İşçi sınıfı, gençlik, kadınlar ve kapitalist krizin tüm öncelikli mağdurları, Kahire’den Atina’ya kendilerine dayatılan acı reçeteleri reddediyor, kendilerini sakınmaksızın mücadeleye atıyor, geleneksel kurumlardan koparak kendi seferberlik ve özyönetim organlarını inşa arayışına girişiyorlar. Kuşkusuz her ülkedeki mücadelenin seyri farklı ritimler içerse de, mevcut seferberliklerde mücadeleleri ortaklaştıracak siyasal bir önderlik ve talepler bütünü oluşturabilmek hayati bir önem kazanıyor.

Başta Yunanistan olmak üzere çöküşün kıyısında dolaşan ülkelerin mevcut neoliberal sistemin içinde kalmaya devam ederek kurtulma olanakları yok. Tek çare, AB’den koparak dış borç ödemelerine son vermek, yol açtıkları çöküşün sosyal ve ekonomik faturasını emekçi halklara yıkmaya çalışan kan emici banka ve finans kuruluşlarının, stratejik endüstri kuruluşlarıyla birlikte tazminatsız ve emekçi halkın denetimi altında devletleştirilmesi. Bu sürece, habis bir ur gibi yaygınlaşan işsizlik ve sosyal yıkım tehdidi karşısında, ücretler düşürülmeksizin çalışma saatlerinin kısaltılması suretiyle, milyonlarca işsize iş olanağı sağlayacak, sağlık, eğitim ve barınma haklarını temel alan sosyal güvenlik politikalarının egemen olduğu bir program eşlik etmeli.

Yorumlar kapalıdır.