Van depremi ve yine bir rantsal dönüşüm hikayesi
23 Ekim 2011’de Van’da yaşanan depremle 600’ün üzerinde insan hayatını kaybetti. Yaklaşık 20 yıldır yerel yönetimde, 9 yılı aşkın bir süredir de merkezi iktidarda bulunan ve bu süreç boyunca da depremden korunmaya yönelik hiçbir adım atmamış olan başbakan Recep Tayyip Erdoğan deprem sonrası “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızla bir çalışma içine gireceğiz ve şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu konusunda gerekirse yetkiyi bakanlığımıza alacağız, bu tür binaları değiştirmeyen, yıkmayanların binasını gerekirse biz yıkacağız.” diye bir açıklamada bulundu. Krizleri “teğet geçirten” başbakan şimdi de deprem krizini fırsata dönüştürmeye çalışıyor ve kentsel dönüşüm projesiyle yeniden karşımıza çıkıyor.
Bir zamanlar kent merkezlerinin çeper mahalleleri olan emekçi mahalleleri, genişleyen kentlerin değerli arazilerine dönüştüklerinden sermaye için potansiyel yatırım alanları haline geldi. Yani yeni rant ve bu rant üzerinden yeni kâr alanları. Kapitalizmin kâr hadlerinin azalması eğilimine karşı daha yüksek kârlılık sağlayacak alanlar yıkılacak ve yeniden yapılandırılacak. Bu yeniden yapılandırma ile doğayı, tarihi dokuyu, yaşam alanlarını metalaştırarak satışa açmak patronların yeni kâr kapıları. Şimdiyse Van depremi ile yeniden gündeme getirdikleri kentsel dönüşüm projelerine deprem üzerinden bir meşruiyet inşasına girişiyorlar.
Başbakan’ın da dediği gibi yıkmayanların binasını gerekirse -yani zorla- yıkacaklar. Bunu yaparken de emekçilerin yoğunlukla yaşadığı gecekondu mahallelerini kriminalize ederek yıkımlara bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar gecekondu mahallelerini, “terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın, psikolojik olumsuzlukların merkezi” sözleri ile suç üreticisi olarak damgalıyor. AKP’li Belediye Başkanı Aziz Yeniay’a göre ise Küçükçekmece Ayazma mevkii gibi “uluslararası alanda prestij olan Olimpiyat Stadyumu’nun yanı başında TEM otoyolundan hemen görülebilecek bir noktada” olan emekçilerin mesken tuttuğu mahalleler ise sadece görünümlerinden dolayı suç teşkil ediyorlar ve bu yüzden yıkılmaları gerekiyor! Yoksulluğu yaratan mekanizmalar sorgulanacağına yoksulluğun ve yoksulun kendisi suçlu görülüyor ve tecrit ediliyor.
Van depreminden “ders alarak” bunları yapacağını söyleyenler, ’99 depreminden de ders almışlardı. Oysaki Van’da yıkılan çoğu bina ’99 depremi sonrasında inşa edilmişti. Bugüne kadar toplanan 30 milyar liralık deprem vergisi sorulduğunda ise depremden başka her şey için kullanılmış; daha sonra yine sermayenin hizmetine sunulmak üzere hastane ve yol yapımına harcandığı söylendi. Böylesi bir durumda şimdi ki kentsel dönüşüm projesiyle yapılmak istenen depreme dayanıklı binalar yapmak mı, yoksa “Çılgın Kanal” ve “İki Yeni Kent” projeleri mi? Deprem sonrası yerle bir olan Gedikbulak Köyü İlköğretim Okulu, Van Merkez’ de ağır hasar gören 15 okul ve daha kullanılamayacak halde pek çok kamu binası var Van’da. Kendi yapıları depremde yıkılan bir devlet büyükşehirleri nasıl yeniden yapılandıracak?
Van depremi ertesinde “Senin binanın enkaz bedeli budur ve gel buraya gir, 20 yıl vadeyle de gel ve burada otur” diyen Başbakan emekçi kitlelerin barınma hakkını da serbest piyasanın mutlak hâkimiyeti adına alacağını açıklıyor. 648 sayılı KHK ile yerel bölgelerin önemli bir kısmını yapı denetim alanından çıkaran hükümet bununla eksikliği gidermekten çok sorunu büyütüyor. Amaç kentsel dönüşüm projesi ile kapitalizmin çarklarını bir süre daha döndürebilmek, ancak bu depremden korunmayı getirmeyecektir.
Yorumlar kapalıdır.