Türk-İş Genel Kurulu üzerine

İşçi sınıfının 2012 kaderinin bir etkileyeni, 2011’in son ayında, Türkiye’nin en büyük konfederasyonu olan Türk-İş’in genel kurulu ile belirlenmiş oldu. Türk-İş genel kurulu, mevcut bürokrasinin ve ona karşı gelen Sendikal Güç Birliği Platformu’nun adaylığı ile Aralık ayında gerçekleşti. Pek çok gözlemcinin bugüne değin yaşanan en heyecansız Türk-İş kongresi olarak nitelediği kongre, mevcut bürokrasinin seçimleri 223 oyla kazanışı ile sonuçlandı. Sendikal Güç Birliği ise 127 oy alabilmişti.

Türk-İş’in kapsayıcılığı

Türk-İş genel kurulunu incelemeye başlamadan önce Türk-İş’in kapsayıcılığı ve de ülke genelindeki konumunu sentetik olarak da olsa açımlamakta fayda var.

TÜİK’in Eylül 2011 verilerine göre Türkiye’deki toplam istihdamın 25 milyon olduğu belirtilmekte. Bu durumda 35 sendikanın bağlı bulunduğu ve üye sayısının 470 bin dolayında olduğu tahmin edilen Türk-İş’in ülkedeki tüm çalışanların ancak yüzde 1,9’unu kapsadığını görebiliriz.

Bu hale nasıl gelindi?

2001’den günümüze kadar 450 bin işçi sendika üyeliğini kaybetti. Buna karşılık, yine son 10 yılda 4 milyon kişi emek piyasasına katıldı. Yani buradaki basit rakamlara bakacak olursak, Türkiye işçi sınıfı son 10 yıl içerisinde rakamsal olarak oldukça büyümüş, ancak örgütlülüğünden bir Türk-İş kadar işçiyi yitirmiştir.

Peki, bu durumun nasıl bir açıklaması olabilir? İşçi sınıfını merkez olarak görmeyen ve onu ancak bir destekçi, ittifakın (halkın) bir parçası olarak görenler bu süreci 1980 askeri darbesi ile açıklayabilirler. Bu açıklamanın haklı noktaları olsa da, sınıfı önemsemeyenler 89-91 eylemleri ile Türk-İş’in yeni bir yükselişe geçtiği dönemi gözden kaçırmaktadır, yahut unutmaktan hoşlanmaktadır. 89-91 sürecinde yeniden ayağa kalkan işçi sınıfının karşısında, Türk-İş’in başkanlığındaki bürokrasi yeniden hükümet devirmeyi öğrenmiş işçilere ihanet ederek, seferberliğin önünün kesilmesinde ciddi bir rol oynamıştı. Bu rol, sınıf uzlaşmacılığı olarak tanımlanabilirdi. Seferberlikler 90’ların sonlarına doğru ezilip görev tamamlanınca Türk-İş bürokrasisi burjuvazi ile uzlaşmadan tam bir işbirliğine doğru yönelerek işçi sınıfı üzerinde oldukça ağır bir tahribata yol açacaktı. Yoğunlukla kamu sektöründe örgütlü olan Türk-İş, özelleştirmeler karşısında sınıf birliğinin kurulmasına engel olarak burjuvaziye hizmet etmişti ve de bunun diyetini de bizler yitirdiğimiz örgütlülüğümüz ile halen ödemekteyiz.

Bu yıllarda Türk-İş bürokrasisinin sol kanadı milletvekilliğine terfi ederken, sendika gün geçtikçe daha da çok sağa kaymaya başlamıştı. Konfederasyonun sağ bürokrasisinin ne denli burjuva işbirlikçi politika izlediğini açıklayan bir örnek, burada paylaşılmaya değer. Hükümeti henüz kurmuş olan Tayyip Erdoğan’ın bir Rusya gezisinde yanında bir dizi iş adamının yanı sıra bir de eski Türk-İş başkanı Salih Kılıç vardır. Ziyarete niçin katıldığı sorulduğunda ise Kılıç’ın verdiği cevap ufuk açıcıdır: “Sınıf dayanışması için katılıyorum”!

Türk-İş Genel Kurulu’nun sonuçları

Türk-İş’in bu kısacık yakın geçmişi, bugün yaşanan sıkıntıyı daha rahat tanımlamamızı sağlayabilir.

Öncelikli olarak “zafer” kazanan mevcut sağ bürokrasinin eylem programı işçi sınıfının haklarını hükümetten ricacı olarak savunmaktan ibarettir. Mustafa Kumlu yönetimi bunu geçmişte de her fırsatta göstermiştir. Özellikle kıdem tazminatları üzerindeki saldırının keskinleştiği bu süreçte takındıkları tavır, tam da bu durumu doğrulamaktadır. Böylesi karakter taşıyan bürokrasinin önümüzdeki süreçte de sınıf mücadelesinin önündeki engellerden biri olacağını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Türk-İş içerisindeki muhalefetin niteliği de maalesef ki mevcut bürokrasinin tam karşıtını veren olumlu bir tablo değildir. Türk-İş’in en mücadeleci şubelerinin başını çektiği bu muhalefet ne yazık ki neredeyse aynı şubelerin yaklaşık 20 yıldır başkanlığını sürdüren ekiplerden oluşmaktadır. Bu durum, işçilerin topluca muhalefete güven duymasının önünde bir engeldir. Kaldı ki, muhalefetin programı da, ne yazık ki, 90’lı yılların sol bürokrasisinin programını andırmaktadır. Son olarak da, muhalefetin ardında kitleselleşmiş bir direnişin kalkındırıcı gücü, henüz yoktur.

Türk-İş penceresinden 2012

Buraya kadar umutsuz bir tablo çizdiğimiz sanılabilir. Ancak bizlerin öncelikli işi, sınıf mücadelesi içerisindeki uzlaşmacı ve işbirlikçileri tespit etmek ve mücadeleye buna göre dahil olmaktır.

Bu çerçevede bakacak olursak, sendika bürokrasisinin burjuvaziye verebileceği tavizler neredeyse tamamlanmak üzeredir. Buna karşılık bürokrasinin ricacılığının, hiçbir surette patronlar üzerinde bir durdurucu etkisi olmayacaktır.

Biz işçiler için ise, krizin yeni dalgası ile beraber son tutunduğumuz dallar da elimizden alınmakta.

Güvencesiz çalışmayı derinleştiren hükümete karşılık, bizler çalışmanın bir hak olduğunu düşünüyoruz.

Çare, iş kollarımızda iş hakkımızı savunmak için bir araya gelmekte!

Çalışmak bir haktır ve sendikal bürokrasiden yardım alsa da, hiçbir burjuva kalkınma programı bu hakkı bizim elimizden alamaz!

Sendikal bürokrasinin verebileceği tavizler sonlanmak üzeredir. Bizler ise, derinleşen saldırılar altında çalışma hakkımızı savunarak yeniden sendikalarımıza dönecek ve gerçek bir muhalefetin, bir işçi muhalefetinin oluşturulabilmesini sağlayacağız.

Bunun için de şimdiden iş kollarımız içerisinde bir araya gelerek, işçi olmaktan kaynaklı sıkıntılarımız etrafında birleşmeliyiz. Patronların saldırıları yakındır. Buna karşılık şimdiden iş hakkımızı savunan, işten çıkarmaların yasaklanmasından yana olan, çalışma saatlerinin azaltılması ve yeni vardiyaların oluşturulması ile işsizliğin azaltılmasını talep eden bir birlik oluşturmalı ve sendikalarımızı bu talepler etrafında yeniden kazanmalıyız.

Yorumlar kapalıdır.