Yeni anayasa neyi hedefliyor?

Siyasal iktidar “Yeni Anayasanın” yazımına kapalı kapılar ardında devam ederken, yeni anayasanın yazılma sürecine dair öğrenebildiğimiz yegâne şey, mecliste oluşturulan uzlaşma komisyonunun tıkandığı ve de AKP üst düzey yöneticilerinin yeni anayasayla beraber başkanlık veya yarı başkanlık sistemlerini getirmek istediğine dair güçlü sinyaller verdiğinden ibaret.

10 yıllık iktidar sürecinden bildiğimiz üzere, meclisteki çoğunluğunu kullanarak hepimizi ilgilendiren yasaları bir gecede jet hızıyla değiştirmeyi alışkanlık haline getiren AKP’nin bir sabah kalktığımızda önümüze yeni bir anayasa koyması hiç de sürpriz olmayacaktır. Bu yüzden bu aşamada sorulması gereken ilk soru; Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olup olmadığıdır.

Bir anayasanın, çoğulcu, özgürlükçü ve demokratik olabilmesi için toplumun tüm kesimlerinin”temsilcilerinin doğrudan katılımıyla yapılması ve de bütün ekonomik, sosyal ve siyasal hakları kayıtsız şartız olarak içermesi gerekmektedir.

Bununla birlikte siyasi tarihe bakınca, genellikle özgürlükçü ve demokratik anayasaların ya sınıf mücadelesinin keskinleştiği dönemlerde işçi sınıfının bir kazanımı; ya da bu durumun tersten ifadesi olan, sınıf mücadelesinin bir politik/sosyal devrime dönüşmesini engellemek isteyen burjuva sınıfının siyasal krizden çıkmak için kullandığı bir çözümü olarak ortaya çıktığını görürüz.

AKP neden yeni bir anayasa yapmak istiyor?

Bu sorunun cevabını bulabilmek için öncelikle AKP’nin yeni anayasa yapılma nedeni olarak kullandığı 1982 Anayasası’nın askeri darbe ürünü olduğu, bu nedenle de “sivil bir anayasanın” yapılması gerektiğine dair tezini irdelemek lazım.

Evet, mevcut anayasanın askeri darbenin ürünü olduğu mutlak bir gerçektir. Fakat 1982 Anayasası ilki 1987 yılında olmak üzere otuz yılda, dokuzu AKP döneminde olmak üzere, on yedi kere değiştirilmiştir.

Bu süreçte 177 maddelik (geçici maddeler hariç) 1982 Anayasası’nın 113 maddesi değiştirildi. Otuz yılda seçilmiş iktidarlar tarafından 113 maddesi değiştirilmiş bir anayasanın artık sırf darbe ürünü olduğunu söylemek zordur.

Bununla birlikte bu değişikliklerin küçük bir kısmı temel hak ve özgürlüklerin Avrupa Birliği uyum süreci için genişletilmesi amacıyla yapılırken; büyük bir kısmı yürütme erkinin güçlendirilmesi hedefiyle gerçekleştirilmiştir. Bu durum da AKP’nin yeni anayasa ile başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçme isteği ile örtüşmektedir. Şöyle ki; anayasalarda genel olarak yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbiriyle olan ilişkileri bakımından iki hükümet sistemi bulunmaktadır. Birincisi kuvvetler birliği, ikincisi kuvvetler ayrılığı sistemidir. Ancak “modern” anayasalarda kuvvetler ayrılığı sistemi genel olarak kabul görmüştür.

Kuvvetler ayrılığı yasama ve yürütme kuvvetlerinin ayrı ayrı organlara verildiği hükümet sistemleridir. Kuvvetler ayrılığı sistemi kendi içinde kuvvetler ayrılığının derecesine göre “sert kuvvetler ayrılığı sistemi” ve “yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemi” olmak ikiye ayrılır.

Sert kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden mutlak bir şekilde ayrılmıştır. Bu organlar karşılıklı olarak birbirinden gerek kaynak bakımından gerek varlıklarını sürdürme bakımından bağımsızdır.

Yani, yasama yürütme organları ayrı ayrı seçilir ve seçildikten sonra da birbirlerinin varlıklarına son veremezler. Bu organların anayasal sistem içinde güçleri de birbirine eşit veya az çok dengelidir. Sert kuvvetler ayrılığı sisteminin en tipik uygulaması ABD’de uygulanan başkanlık sistemidir.

Yumuşak kuvvetler ayrılığı sisteminde yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden yumuşak bir şekilde ayrılmıştır. Bu sistemde, yasama ve yürütme yetkileri kural olarak iki ayrı organa verilmişse de, bu organlar birbirinden tam olarak bağımsız değildir.

Bu organlar yer yer iç içe geçmiştir. Keza bu organlar karşılıklı olarak birbirinin hukukî varlığına son verme imkânına da sahiptirler. Yumuşak kuvvetler ayrılığı sisteminde, yasama ve yürütme organları arasında karşılıklı işbirliği vardır. Yumuşak kuvvetler ayrılığı, genel olarak parlamenter sistem olarak adlandırılır.

Son olarak karma bir sistem olan Yarı Başkanlık sistemi mevcuttur.Bu sistemde yürütme gücü halk tarafından seçilen devlet başkanı ile meclis güvenine dayanan hükümet başkanı arasında paylaşılır. Fiili olarak ise yürütmenin başı devlet başkanıdır. Bu nedenle de bu rejim “cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği parlamenter sistem” olarak tanımlanır.

Bu teknik bilgiler ışığında 1982 Anayasası’na göre Türkiye’de parlamenter sistemin uygulandığını rahatça söyleyebiliriz.

Her ne kadar 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre cumhurbaşkanın yetkilerini artırsa da parlamenter sistemin temel özelliklerine sadık kalmıştır. Ancak 27 Ekim 2007 tarihinde yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanını halkın seçmesi kabul edilmiştir..

Eğer 2014 yılına (Abdullah Gül’ün görev süresi 2014 yılında dolacaktır.) kadar yeni bir anayasamız olmaz ise, “milli iradeyle seçilmiş cumhurbaşkanımız” olacak ve böylece fiili olarak yarı başkanlık sistemine geçmiş olacağız.

O zaman neden AKP, başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçilmesine dair propagandasını yoğunlaştırmıştır? Bu sorunun cevabı Türkiye’deki Bonapartist rejimin krizinde saklıdır.

Bundan dolayı da Türkiye için en uygun sistemin başkanlık sistemi olduğunu ilk defa yüksek sesle dillendirenin Turgut Özal olması basit bir tesadüf değildir. 1980’lerin ikinci yarısına döndüğümüzde; ANAP aynen AKP gibi tek başına iktidarda ve Özal da Erdoğan gibi güçlü bir başbakandı.

Ancak o dönemde ANAP meclisteki muhalefeti by-pass etmek için, Kanun Hükmündeki Kararnameleri kullanmayı adet haline getirmiştir. Kanun Hükmündeki Kararnameler 1971 askeri darbesiyle anayasa sistemimize girmiştir. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), yürütme erkininin bürokratik ve yasal engellere takılmadan yasal düzenlemeler yapmasını sağlayan en önemli araçtır. Ancak ANAP döneminde siyasal iktidarın bu uygulamalarının yargı denetimine takılması, neoliberal politikaların hayata geçirilmesini kısmen yavaşlatmıştır. Bu durum da Türkiye burjuvazisinin hiç hoşuna gitmemiş ve Bonapartist rejimi ciddi bir krize sürüklemiştir.

Bonapartist rejimlerin en çok talep ettiği şey; etkili, güçlü bir yürütme ve onun sağladığı siyasal istikrardır. Bundan dolayı TÜSİAD’ın güçlü tek partili iktidar dönemlerine övgüler düzmesi boşuna değildir.

Parlamenter sistemlerde her ne kadar bir siyasi parti meclisteki salt çoğunluğu elde etse de, Bonapartist rejimin talep ettiği kadar güçlü bir iktidar olması çok zordur. Zira parlamenter sistemde yürütme, yasama organının içinden çıkar ve onun güvenoyuna ihtiyaç duyar.

Bununla beraber, özellikle Türkiye gibi ülkelerde, meclisteki salt çoğunluğu elde etmiş siyasal parti, iktidarını diğer unsurlarla paylaşmak zorunda kaldığından; tek parça ve güçlü bir yürütme erkini oluşturmakta ciddi güçlüklerle karşılaşır.

AKP iktidarına kadar Türkiye’deki durum aynen böyleydi. AKP ise askeri ve sivil bürokrasiyi pasifize edip, yargı erkini kontrol altına almayı başarmıştır. Özellikle de 12 Eylül Anayasası’nda yaptığı değişiklik ile Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirerek ve de Danıştay’ın “yerindelik” denetimi yapma yetkisini kaldırarak, yürütme erkinin yaptığı işlemlerin yargı denetimine tabi olmasını zorlaştırmıştır.

Otuz yılda on yedi kere değişmiş 1982 Anayasası artık yamalı bir bohçaya dönüşmüştür ve AKP’nin “mutlak egemenliğinde” ciddi fay hatları mevcuttur. Her ne kadar Türkiye burjuvazisinin istekleri doğrultusunda değiştirilmiş olsa da; Bonapartist rejimin ihtiyaç duyduğu güçlü bir yürütme için gerekli güvenceyi sağlayamamaktadır.

Ancak yürütmenin yasamadan tamamen bağımsız olduğu ve “milli iradeyle seçilmiş” otoriter bir başkanın hükmettiği siyasal düzende, yani başkanlık ve benzeri sistemlerde, Bonapartist rejimin gerek duyduğu güçlü ve mutlak yürütme erki oluşabilir. Bu yüzden de AKP, yeni bir anayasa yaparak başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçmek için ısrarcı olup, tüm olanaklarını kullanacaktır.

Rüzgârın yönünün her an değiştiği bu coğrafyada, AKP “yeni anayasa” hedefine ulaşabilecek mi bilinmez ama, “yeni anayasa” hedefi gerçekleşirse bizleri neoliberal politikaları daha vahşi uygulayacak; korku, baskı ve denetim mekanizmalarını daha pervasızca hayata geçirecek; bu topraklara daha çok kan ve gözyaşı getirecek mutlak bir yürütme erki beklemektedir.

Başka bir ifadeyle, AKP’nin yeni bir anayasa yapmak istemesindeki asıl amaç, ekonomik krizin bedelini işçi sınıfına ödetecek, Arap Devrimleri’ne emperyalizmin emirleri doğrultusunda müdahale edecek ve bu coğrafya yeniden dizayn edilirken finans kapitalin taşeronluğunu yapacak güçlü bir hükümetin önündeki birkaç engeli de ortadan kaldırmaktır.

Bu bağlamda AKP’nin daha önceki uygulamalarına bakarak, yeni anayasanın içine insanların kafasını karıştırmak için birkaç tane demokratik maddenin de serpiştirileceğini kolayca söyleyebiliriz.

Son söz olarak, yeni anayasa karşısında alınacak tavrın devrimci güçlerin geleceği bakımından belirleyici olacağını söylemek şimdiden mümkündür.

Yorumlar kapalıdır.