Çapulcular kazandı! Şimdi ne yapmalı?
Moral üstünlük Gezi Parkı’nda. Bunu korumak, yaşatmak ve ilerletmek hepimizin görevi. Gezi Parkı demokratik ve özgür yeni Türkiye’nin sembolüdür. 31 Mayıs’tan bu yana Gezi Parkı’nda, Taksim Meydanı’ında ve Türkiye’nin dört bir yanında kenetlenen halk geri adım atmadı. Hükümet polis şiddetini ne kadar artırırsa öfke ve kararlılık o derece arttı. Hükümetin; “bizden günah gitti”, “çoluğunuzu çocuğunuzu alın” yönlü tehditleri sadece kendi itibarını daha da azalttı. Hükümetin demokrasi ve özgürlük takiyyesi bütün alame ifşa oldu.
Halka karşı hükümetin yanında yer alan ana akım medyanın otosansür ve yalanları da gerçekleri gizlemeyi başaramadı. Güneşi balçıkla sıvamaya çalışanların çirkin yüzleri direnişin aydınlığında deşifre oldu. On beş büyük gün halkın gerçek dostları kimlerdir gösterdi. On beş gündür halkına karşı maddi manevi savaş açmış olan AKP hükümetinin, kaybettiği aklını başına getiren Gezi Parkı direnişi oldu. Devlet erkânı Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu hatırladı! Değişmem diyen Erdoğan’a artık, Türkiye’yi zor ve hile ile yönetemeyeceğini halkın mücadelesi gösterdi.
Başbakan değişir mi? Bir önemi yok! Türkiye değişmeye karar verdi ve ne derece kararlı olduğunu gösterdi. Halk artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini AKP hükümetine, tüm iktidarların anlayacağı dilden, anlattı. Başbakan Erdoğan’ın on beş gün içinde “ben ne dersem o” noktasından, “çözüm” için Çapulcularla görüşmeler yapma noktasına gelmek zorunda kalması, Gezi Parkı’nda ifade bulan kitlesel halk seferberliğinin kazanımıdır. Çapulcular Başbakan Erdoğan’a bu ülkede bundan sonra işlerin nasıl yürüyeceğini uygulamalı olarak göstermiştir.
Kuşkusuz direnişi bölme, itibarsızlaştırma, polisiye vaka haline getirme ve sulandırma dâhil her şeyi yapan, hâlihazırda tutuklama ve gözaltılara devam eden ve kendi tabanına ajitasyon adına yüksek perdeden tehdit dilini sürdüren Başbakan Erdoğan ve hükümetine en ufak bir güven duymuyoruz. Referandum tarzı önerilerin şu aşamadaki amacının demokratik katılım inceliğinden kaynaklanmadığını; direnişi bölme, birbirine düşürme amacı taşıdığını biliyoruz. Gezi Parkı direnişinin açığa çıkardığı ve kitlesel demokratik halk hareketinin yükselttiği taleplerin teminatı bu yüzden hükümetin verdiği sözler değil, halkın mücadele ve kararlılığıdır. O mücadele ve kararlılık rüştünü de ispatladı. Çapulcular hak verilmez alınır dedi ve kazandı!
Gelinen noktada nasıl bir yol izlemek gerekir?
Kuşkusuz Gezi Parkı direnişinin açığa çıkardığı ve kitlesel demokratik halk hareketinin yükselttiği taleplerin tümünün tek seferde ve Gezi Parkı sınırları içinde bir çözüme ve sonuca bağlanması mümkün değil. Demokratik talepler için mücadeleyi tek etaplı bir süreç olarak değil, iç içe geçmiş birçok etaptan oluşan bir mücadeleler süreci olarak kavramak gerekir. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganı bu gerçeğin harika bir ifadesi.
Bu nedenle mücadeleyi “ya hep ya hiç” mantığıyla sürdürmek yerine etapların her birinde öne çıkan acil, kısmi ve demokratik taleplerle sonraki mücadelelere taşınmak/aktarılmak durumunda olan taleplerin arasındaki geçişselliği ve sürekliliği birlikte ele almalıyız. Hiç kuşkusuz bu, son on beş günlük kararlı ve mücadeleci tutumun tüm alanlarda ve gelecekte devam etmesiyle mümkün. Bunun anlamı ve yolu Gezi Parkı direnişinin başta işçi sendikaları ve emek örgütleri olmak üzere tüm muhalefet odakları aracılığıyla toplumsal mücadele alanlarına taşması, taşınmasıdır. İşyerlerinde, okullarda, mahallelerde Gezi Parkı direnişinde kristalize olan talepleri yaşatmak ve yükseltmek için -adlarının hiçbir önemi olmaksızın- meclis türü platformların oluşturulması gereklidir. Meclis türü bu yapılar yasalaşmayı bekleyen taşeron yasasından güvencesiz, örgütsüz çalışmaya; çevrenin siyasi ve ekonomik rant adına yok edilmesinden düşünceyi ifade, gösteri ve yürüyüş hakkına; toplum mühendisliği türü girişimlere geçit verilmemesinden inanç ve kimliklerin korunması ve yaşatılmasına dek tüm alan ve konularda bir dayanışma ve eylem zemini olmalıdır. Bu meclisler hak ve özgürlük meselesini salt seçimlere indirgemeyen ama önümüzdeki bir buçuk yıl içinde gerçekleşecek yerel, genel seçimlerde kendi alternatiflerini üretme seçeneğini de göz ardı etmeyen bir anlayışa sahip olmalıdır. Özellikle işçi sendikalarının üretimden gelen güçlerini kullanması mücadelenin seyri açısından hayati önemdedir. İşçi sendikaları işçi sınıfının ve emekçi halkın gerçek sorunlarının sahibi, taraftarı ve çözücü baş aktörlerinden olmak zorundadır. Mevcut bürokratik hantallığı içinde işçi sendikalarının bunu yapması beklenemeyeceği için işçi demokrasisinin egemen kılındığı mücadele örgütleri olarak işçi sendikaları yeniden yapılanmalıdır. Bu görevin yerine getirilmesinde mücadeleci sendikal önderliklere büyük görev düşmekte ama esas belirleyici görev tabanda, öncü işçilerin omuzlarındadır.
Türkiye mucizevî günler geçiriyor. Milyonlarca insanın hayatı mücadele içinde anlam kazandı. Geleceğe dair umut dolu hayaller yeniden yeşerdi. Toplum, üzerindeki ölü toprağı attı. Günlerdir Gezi Parkı’nda ve Türkiye’nin dört bir yanında süren direniş ve seferberlerliklerde sağlanan moral ve meşruiyeti heba etmeyecek, kendiliğindenliğin ortaya çıkardığı muazzam enerji ve kararlılığa karşın, seferberliğin zayıf ve eksik yanlarını da gören ve gidermeye çalışan bir olgunlukta olmak gerekir. Bugün bulunduğumuz nokta halkın olağanüstü enerjisinin eseri. Görev ve sorumluluk buna sahip çıkmayı ve yükseltmeyi gerektiriyor. Unutulmamalı: Meşruiyet direnişin çimentosudur.
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Yorumlar kapalıdır.