Bir partiyi inşa etmek…

Troçki’nin, bundan yetmiş küsur yıl önce söylediği “İnsanlık kültürünün bugünkü krizi proletaryanın önderlik krizidir” sözünü, en azından bugünün dünyasında bir çeşit sınıf indirgemeciliği, sınıfsal darkafalılık olarak görmek de mümkün! Ancak işçi sınıfını “milli” sınıflardan biri; “sivil toplumun” bir unsuru; üzerinden nice gelecek hayalleri kurduğumuz, ancak bütün gençlik hayallerimize ihanet eden kadir kıymet bilmez “ameleler” güruhu; sayısı giderek artmasına rağmen her nedense yerini “orta sınıflara” bırakan bir tuhaf insan topluluğu veya düpedüz, herhangi bir devrimci yeteneğe sahip olmayan bir çalışanlar kalabalığı olarak görmeyenlerdenseniz Troçki’nin bu sözünü ciddiye almak zorundasınız…

Bu ciddiyet, herkesten önce devrimci Marksistlerin görevidir. Çünkü Troçki’nin sözleri, sadece tarihsel birer sapma olarak Stalinizmin ve sosyal demokrasinin ihanetine değil, devrimci Marksizmin temel görevlerine de işaret eder. Bu nedenle de işçi sınıfının büyük yenilgilerinin sorumluluğunu Stalinizme ve sosyal demokrasiye bağlamakla yetinemeyeceğimizi, bunun yanı sıra devrimci Marksizmin pratik güçsüzlüğünün nedenlerini, hem nesnel hem de öznel yönleriyle ve özeleştirel biçimde ele alıp aşmamız gerektiğini bize hatırlatır. Kısacası bu eleştiriyi “üzerimize alınarak” önderlik krizinin öncelikle bizi bağlayan bir sorun olduğunu kabul etmek zorundayız. Bunun anlamı, çuvaldızı kendimize batırarak, bürokratik önderliklerin birçok tarihsel örnekte iktidarı burjuvaziye nasıl teslim ettiklerini tekrarlamakla kalmayıp iktidarı burjuvaziden alabilecek güçte bir devrimci önderliğin inşasının yol ve yöntemlerini, bu konudaki eksik ve hatalarımızı en açık ve dürüst biçimde ortaya koymaktır.

“Proletaryanın önderlik krizi” tespiti, ilk elde çağrıştırdığı üzere tek başına, işçi sınıfına devrimci tarzda önderlik edecek bir parti inşası ile sınırlı değildir. Bu aynı zamanda işçi sınıfının burjuvaziden bağımsız bir devrimci güç olarak toplumun tüm ezilenlerine önderlik etmesi sorununa da işaret eder. “Önderlik krizi”nin çözümü, toplumsal mücadelenin bu birbirini bütünleyen alanlarındaki başarılara bağlıdır.

Bunu başaracak bir önderliği var etmenin temel kuralı ise 1938 Geçiş Talepleri Programı’nda belirtildiği gibi “Gerçeklere dürüstçe bakmak; en kolayına kaçmamak; şeyleri oldukları gibi görmek; ne derece acı da olsa kitlelere doğruyu söylemek; engellerden çekinmemek; önemlilerinde olduğu gibi önemsiz meselelerde de doğru olmak; programı sınıf mücadelesinin mantığına dayandırmak; eylem anı geldiğinde cesur olmak”tır.

Evet, bütün bunların soyut ve “ahlaki” ilkelere dayalı çok hoş, ancak yuvarlak laflar olduğu düşünülebilir. Ancak ifadenin içinde yer alan “programın sınıf mücadelesinin mantığına dayandırılması”, yani yine Troçki’nin deyişiyle “Politikayı devrimin temel yasalarına uyarlama” kuralı, söylenenlerin bir “tekerleme” olmadığını ve izlememiz gereken yolu gösterdiğini açıkça ortaya koyuyor.

Görevimiz…

Kuşkusuz tarihsel bir görevle karşı karşıyayız. Ancak bu, günün birinde “tarihin hükmünü icra etmesini” beklemeyi değil, gündelik olanla tarihsel olan arasındaki bağı devrimci bir tarzda kurmamızı gerektiriyor. Tarihsel programımızı temel mantığı ve devrimci yöntemi açısından güncel kılan da budur. Kısaca görevimiz sınıf mücadelesinin en “moleküler” biçimlerini, işçi, emekçi ve tüm ezilenlerin en acil ve gündelik taleplerini, bir geçiş talepleri mantığı içinde en ileri biçimlere ve sosyalizm hedefine taşımaktır. Bu aynı zamanda bir önderliğin kendini inşa etme biçimidir. Bunun her şeyden önce bir program sorunu olduğunu biliyoruz. Ancak bir program ne kadar doğru ve kitlelerin ihtiyaçlarıyla örtüşen maddeleri haiz olursa olsun, onu politik bir eyleme, yani maddi bir varlığa dönüştürecek, emekçi kitleleriyle kaynaşmış örgütsel bir gücün yokluğunda “tarihsel” bir metin olarak kalmaya mahkûmdur. Bu “güç” devrimci bir partiden başka bir şey değildir.

“Tarihsel sorun” bugün bütün güncelliğiyle karşımızda duruyor. Herhangi bir “genel durum” tarifine bile gerek kalmadan; sadece 2013 yazında yaşadıklarımız bile bu görevin aciliyetini adeta “gözümüze sokuyor”. Kaldı ki kapitalizmin genel krizi, dünyanın ve bölgemizin geneline yayılan eş zamanlı devrimci kitle hareketleri, isyanlar, altüstlükler, sınıf mücadelesinin yükselen eğrisi, küçük bir olayın bile bir anda toplumsal soruna dönüşüp ortalığı yangın yerine çevirme potansiyeli ve en önemlisi de bütün bu süreçlerin, adeta şaşmaz bir biçimde “devrimci özne” ve “önderlik” sorununda düğümlenmesi, bizi bu “krizin” çözümünde bütün gücümüzle görev almaya zorluyor.

İlk Adım…

Evet, Devrimci Marksist bir parti inşa etmek ve bunun için de bir yerden başlamak zorundayız. Tabii, bunun sadece bir başlangıç olduğunu ve bu yolda “tek” olmadığımızı unutmadan! Partiyi kurmak, bırakın “proletaryanın önderlik krizini”, çok daha basit ve gündelik sorunların çözümünde bile bir “zirve” değil, sadece “ilk adım” anlamına geliyor. Bu bir inşa süreci olacaktır; bütün inşa süreçleri gibi çeşitli merhalelerden geçen, inişli çıkışlı, kimi zaman umutları zorlayan ve en önemlisi bizi de dönüştürecek olan bir süreç. Ancak bu inşanın yönünü, aşamalarını ve varacağı yeri belirleyecek olan ne kendinden menkul fikirler, soyut ilke ve programlar, göz kamaştırıcı teoriler, ne de kuru propaganda metinleri ve de sloganlar olacaktır; unutulmaması gereken, bütün fikirleri, programları, ilke ve teorileri, propaganda ve sloganları sınayıp canlı bir gerçeğe çeviren “sınıf mücadelesinin yasalarına uyarlanmış eylemden” başka bir şey değildir.

Her şey gerçek bir özeleştiriyle başlamalıdır. Toplumsal, siyasal ve sınıfsal eleştiri hakkını ancak bu şekilde kazanabiliriz. Kendi sorunlarının nedenlerini göremeyenler toplumsal sorunların nedenlerini de gerçek anlamda kavrayamazlar. Eğer ömrümüzü, insanlık kültürünün krizini ve bunun temeli olan proletaryanın önderlik krizini değil de dar gruplarımızın sonu gelmez krizlerini çözmeye çalışarak tüketmek istemiyorsak başta dürüstlük olmak üzere tarihsel programımızda açıkça belirtilen bütün kurallara uymak zorundayız. Devrimci Marksist bir partinin görevi kendi “egosuna” ve “imajına” ilişkin “sorunları” aşarak, öncelikle işçi sınıfının ve toplumun tüm ezilenlerinin sorunlarıyla “hemhal” olmaktır.

Nasıl Bir Parti?

Propagandizmin dilini ve alışkanlıklarını aşan; eylemini gerçek bir sınıf siyasetine dayandıran;

Kerameti kendinden menkul bir “devrimciliği” değil işçi sınıfı devrimciliğini esas alan;

İşçi sınıfının kurtuluşunun ancak kendi eseri olacağını temel ilkesi olarak kabul eden;

İşçi sınıfının çıkarlarının dışında ve üzerinde hiçbir çıkarı olmayan;

Hiçbir şart altında işçi sınıfının dışında bir “öncü güç” arayışına yönelmeyen;

Toplumun tüm ezilen kesimlerine, onların özgül sorunlarını gerçekten kavrayan ve ertelemeyen sınıf mücadelesi eksenli bir programı taşıyan;

Esnek, ancak devrimci sınıf mücadelesi yöntemlerinin yerine “manevracılığı” ikame etmeyen;

Ulusların kendi kaderini tayin hakkını bütün sonuçlarıyla kabul eden ve “sosyal yurtseverliğin” her türünü reddeden;

Enternasyonalizmi “diplomatik-bürokratik” bir ilişki değil, dünya devriminin partisinin yaratılması olarak gören Devrimci Marksist bir partiyi inşa etmenin başka bir yolu yoktur…

Yorumlar kapalıdır.