Uzun yürüyüşümüzün yeni evresi: İDP
İşçi Cephesi hareketi yeni bir dönüşümün eşiğinde: On yıllardan beri verdiği devrimci partinin inşası mücadelesini, bir açık parti kimliğinde sürdürme kararı almış durumda. Ülkedeki sınıf mücadelesinin Gezi direnişiyle birlikte içine girdiği yeni evresi de dikkate alındığında, (nesnel koşullar nedeniyle biraz gecikmeli olarak alınmış olsa bile) son derece yerinde bir karar. Bu dönüşümü ben basit bir formel değişiklik olarak görmüyorum. Zira inşamızı daha başından beri hep Leninist parti ilkeleriyle sürdürme çabası içinde olduk. Ama hareketimizin sadece politik değil ama aynı zamanda fiziki gelişimi, onu bir propaganda grubu olmaktan çıkıp, sınıf mücadelesine doğrudan müdahale edebilen bir öncü partiye doğru evrilmesi yönünde zorlamaktaydı. Dolayısıyla İşçi Demokrasisi Partisi’nin inşası, devrimci Marksizmin bu topraklardaki tarihinde bir nitel dönüşüm anını oluşturacak.
İC yayın kurulu benden hareketimizin tarihine ilişkin bir yazı talep ettiğinde bunu onur verici bir görev olarak kabul ettim, ama tabii kırk yıllık bir mücadeleyi bu sayfalara sığdırmak neredeyse imkânsız bir çaba olur. Kaldı ki, tarihimiz sadece önemli ya da göreli başarılarla değil, ama aynı zamanda yenilgi ve yanlışlarla yüklü. Bunların çoğunu hep konuşageldik, ama daha esaslı dersler çıkarabilmek için elbette daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyacımız var. Bunun için önümüzde bol zaman olacak, ama şimdi burada İC’nin yaşadığı bazı önemli evrelere değinmekle yetinmek durumundayız.
Devrimci Marksizmin (Troçkizmin) inşasına giriştiğimizde dört cephede birden savaşmak durumundaydık. İlk ikisini, Milli Demokratik Devrimciler’in aşamalı devrim ve asgari program anlayışları ile “azami program” savunuculuğunu üstlenmiş TİP geleneğinin parlamenter reformist çizgisi oluşturuyordu. Türk solunun bu iki akımı karşısında, Sürekli Devrim kuramı ve Geçiş Programı çerçevesinde yoğun bir propaganda savaşı vermek zorunda kalıyorduk. Bu akımların hepsi Stalinistti, dolayısıyla da üçüncü bir cephede Troçkist kimliğimizi bürokratik anlayışlara karşı savunma ihtiyacı duyuyorduk, hem de sadece politik olarak değil, kimi zaman fiziki tehditlerle bile karşılaşıyorduk. İlk inşa evremizi oluşturan bu özellikler bizlere kaçınılmaz olarak propaganda görevleri yüklüyordu, bunu üstlenmek zorundaydık. Ama daha sonraları, özellikle 1970’lerin ikinci yarısında, bunun sonuçlarına karşı mücadele etmek durumunda kaldık, zira hareketimizi propagandist bir çevre olmaktan çıkarıp sınıf mücadelesine müdahale edici bir partiye dönüştürmekte güçlük çeker olduk.
Bu güçlüğü dönemin iki olgusu daha da ağırlaştırıyordu. Bunlardan biri faşist hareketin devrimcilere yönelik silahlı saldırılarıydı ve bu durum bizleri, sadece devrimciler olarak kendimizi korumak değil, ama aynı zamanda devrimci/ilerici kimlikli bölgelerde özsavunma tedbirleri almak zorunda bırakıyordu. İkinci olgu ise, kimi devrimci akımların çeşitli taktik ya da stratejik anlayışlarla silahlı mücadele sürdürme çizgileriydi. Bu iki olgu çoğu kez birbirine karışıp bizleri etkiliyordu. Öyle ki, içimizden bir grup eski yoldaşımız hızla Dev-Yol’un söyleminden etkilenir olmuştu ve hareketimizin politik yönelişini onunla ve benzeri akımlarla kurulabilecek bir “Devrimcilerin Birleşik Cephesi” eksenine oturtmaya yönelmişlerdi. Buna karşılık, bu tip bir kayma karşısında ve gelişmekte olan faşizm tehditleri altında işçi hareketine daha sıkı sarılmak ve bir “Birleşik İşçi Cephesi” çağrısı yapmak bizler için esas görevdi. Kaldı ki, her gün biraz daha etkin biçimde içine yerleşmeye başladığımız işçi hareketi bu görevi bir zorunluluk haline getiriyordu. İşçi mahallelerini faşistlere karşı korumaktan, işçi-emekçi hareketini yaklaşan faşizme ve/veya askeri darbeye karşı savunmak konumuna geçmeliydik. Nitekim hareketimizin ilk büyük ayrılığını da o dönemde yaşadık ve İşçi Cephesi dergisi bu sürecin bir ürünü olarak doğdu.
Bu noktada, savaşmak zorunda olduğumuzu söylediğim “dördüncü cepheye” değinmem gerekiyor: Enternasyonal. Kuşkusuz hepimiz enternasyonalisttik ve Troçki’nin bizlere bıraktığı büyük ödevin, IV. Enternasyonal’in inşası için kendimizi fedaya hazırdık. Ne var ki, o dönemde IV’ün içindeki ve dışındaki tartışmalardan, bölünmelerden oldukça habersizdik. Ülkede kendi inşamızla ilgili ağır uğraşlar içindeydik ve açık söylemek gerekirse bu konuda IV’ten de herhangi bir politik ve örgütsel yardım alamıyorduk. Daha doğrusu, IV diye bildiğimiz Birleşik Sekreterliğin bazı yayınlarını okumakla yetiniyorduk. Üstelik Sekreterlik 1960’ların ortalarından itibaren geliştirdiği gerilla mücadelesi çizgisini henüz tam olarak aşamamıştı ve bu, yukarıda değindiğim ülke koşullarıyla da birleşince, bizleri olumsuz yönde etkiliyordu. Tüm enternasyonalist söylemimize karşın, hızla içine sürüklenmekte olduğumuz ulusal Troçkizm tehlikesinden İşçi Cephesi sayesinde uzaklaşmaya başlayacaktık. Devrimci Troçkist dünya akımıyla (Morenizm) temasımız ve gerçek enternasyonalist mücadeleye geçişimiz de o döneme rastlar.
Ama ülkedeki sınıf mücadelesinin koşulları, bizim olgunlaşmamızdan daha hızlı cereyan etmişti ve nitekim 1980’deki 12 Eylül askeri darbesi, pek çok diğer sol akımla birlikte bizim de ağır bir yenilgi almamıza neden oldu. Kendi inşamızda çok yol almıştık, ama işçi sınıfı ve emekçi yığınlar içinde bir akım haline dönüşememiştik. Troçkizm içinde bir gelenek oluşturmuş, ama bunu kitle hareketinin bir parçası haline getirememiştik. Böylece Bonapartist darbe önderlik kadromuzu ezdi geçti, militan gövdemizi paramparça etti. Bu yenilgi, 1980’lerin ortalarından itibaren başlayan yeniden inşa çabalarımız üzerinde de etkisini sürdürdü. Özellikle önemli bir hatamıza damgasını vurdu. Emekçi hareketi içinde bir akım olamayışımız, biz İC’lileri yeniden inşayı “tüm Troçkistlerin birliği” olarak ele almamızda önemli bir arka plan oluşturdu. İC olarak ulaştığımız politik ve programatik mevzilerden hareketle tarihsel akımımızı yeniden toparlayıp örgütlemek yerine, darbe şaşkınlığını henüz üzerinden atamamış eski kadroları, 1980’lerin neoliberal saldırısı altında Marksizmi salt özgürlükçü bir ideoloji olarak algılayan genç devrimcileri, enternasyonalizmden uzak Leninizm tarifçilerini, vb. aynı çatı altında toplamaya uğraştık. Bu da tabii yeni bölünmelerin, hatta devrimci Marksist programdan kopuşların zeminini hazırladı. Bu büyük hata, gereksiz ideolojik ve politik tartışmalarla dolu önemli yıllar yitirmemize neden oldu.
Ama tarihimiz hep yenilgi ve hatalardan da oluşmuyor. 1970’lerin sonlarında ulaştığımız politik, programatik ve enternasyonalist olgunluk, akımımızın sürekliliğinde önemli bir harç işlevi gördü. Partinin kitle seferberliklerinin içinde inşası stratejimiz bizi her geçen gün emekçi yığınların mücadelesinin içine biraz daha fazla taşıdı. Üstelik, dar propaganda gruplarına özgü sekterlikten uzaklaşmamıza ve kitlelerin acil ihtiyaçlarından hareket eden bir programla hareket etmemize yardımcı oldu. Bunun sonucunda İC olarak, bu tip bir program anlayışı temelinde, iki kez önemli birleşmeler gerçekleştirebildik. Bu politik eksenimiz, bizleri devrimci enternasyonalist tutumlarda mevzilendirdi, enternasyonalizmi pratik bir dünya partisi inşasına dönüştürebilmemizi olanaklı kıldı. Bütün bunlar, özellikle 1980’lerde neoliberal burjuvazinin ideolojik saldırılarına; 1989’da Stalinist imparatorluğun çöküşüyle birlikte solun içinde yaygınlaşan Marksizm karşıtı hareketçi liberal sol anlayışlara; birçok devrimci akımın hızla kaydığı sağ merkezci ideolojilere karşı direnebilmemizde, bunlarla başarıyla mücadele edebilmemizde etkili oldu. Bütün bunların sayesinde, özellikle son on beş yıl içinde önderliğimizi pekiştirmeyi, militanlarımızı yetkinleştirmeyi, propaganda ve ajitasyonumuzu devrimci bir program üzerinde olgunlaştırmayı başardık.
Şimdi İşçi Cephesi, İşçi Demokrasisi Partisi evresine sıçrıyor. Bu, devrimci Troçkist geleneğin artık işçi-emekçi hareketinin bir parçası olmaya başladığına işaret eden niteliksel ve tarihsel bir dönüşümüdür. Devrimci Marksist geleneğimizin bu noktaya ulaşacağından kuşkum yoktu, İDP’nin önümüze açılan yeni sınıf mücadeleleri sürecinde hızla güçlenip, burjuvaziye ve emperyalizme karşı işçi-emekçi alternatifinin önde gelen bir bileşeni olacağına olan inancım da tamdır.
Yorumlar kapalıdır.