Kürt siyasal hareketi nereye? İşçi-emekçi ittifakı mı, burjuvazinin ittifakı mı?
Kürt siyasal hareketinin Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesindeki rolü yadsınamaz. 1980’lerin ikinci yarısı itibarıyla, sınıf mücadelesindeki yükselişe paralel olarak, Kürt kitlelerinin seferberliğindeki artış ve Kürt ulusal hareketinin yükselişi; ’80 darbesinin sınıf hareketindeki ağır yıkımı sonrası yaklaşık 30 yıl boyunca, Türkiye’de sürdürülen demokrasi mücadelesinin de ana dinamiğini oluşturmuştur. Ancak diğer yandan, Kürt sorununun çözümünde, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önemi de yadsınamaz. Rejim içi çözüm olarak tarif ettiğimiz Çözüm Süreci’nde dahi yaşanan baskı ve saldırılar bunun en açık örneğidir.
Bugün ise önce Gezi Süreci ve ardından 17 Aralık Operasyonları karşısında alınan politik tutum ve kararlarını değerlendirdiğimizde, Kürt siyasal önderliğinin, siyasal demokrasi ve ulusal sorun arasındaki bu bağı çoğu zaman yok saydığını görüyoruz. İktidar tarafından sunulan “Kürtlere Siyasal Çözüm” vaadi ve pazarlığı içine sıkışan önderlik, emek ve demokrasi mücadelesi ile arasındaki açıyı sürekli arttırıyor.
Bu noktaya elbette birdenbire gelinmedi. Öncelikle, Kürt Ulusal Mücadelesi, kültürel, bireysel ve kimlik hakları mücadelesine indirgendi. Kendi Kaderini Tayin Hakkı ise yerini “Demokratik Cumhuriyet – Demokratik Özerklik” talebine bıraktı. Sonuç olarak, Kürt ulusal hareketinin temel stratejisi, ulusal kimliğin ve kültürel hakların tanınması olarak belirdi.
Elbette, rejimin baskı-inkar ve imha politikaları karşısında sürdürülen onlarca yıllık mücadele, mücadele içinde ödenen sayısız bedelden sonra böylesi bir asgari talebin bile gerçekleşmesi tarihsel anlamda önemli bir kazanım olurdu; bu inkar edilemez. Fakat soru, diyelim ki elde edildi, asgari kazanımların bile bu rejim altında güvence altına alınıp alınamayacağı… Ki daha önemli soru, çözüm sürecinin ne ifade ettiği…
Açıkça görüldüğü gibi, süreç, baskı ve saldırıların sonlanması anlamına gelmedi; tersine, “çözüm”, bir dizi operasyon, KCK davaları, Kürt illerine dönük saldırılar vb. ile paralel sürdürüldü. Yeni Anayasa vaadi, yerini, kaşıkla verdiğini kepçe ile alan sözde demokrasi paketlerine bıraktı… Ateşkes-görüşme dönemleri ile savaş-imha dönemleri birbirini izledi…
Vaatlere rağmen özünde Kürt hareketinin tasfiyesini hedefleyen bu ikiyüzlü süreç karşısında, Hareket’in siyasal önderliği, iktidarın dayattığı bu rejim içi çözüm karşısında uzlaşmacı bir tutum sergiledi. Ve iktidarın geleceği noktasında kritik önem taşıyan çeşitli durumlarda iktidarı destekleyen bir tutum takındı.
Referandum, Gezi İsyanı, 17 Aralık…
Tüm bu politik tutumlar içinde en kritik olanlardan biri BDP’nin Referandum’a ilişkin “Boykot” kararı oldu. Rejim ile uzlaşma noktasında atılan ve bizzat Öcalan’ın ifadesiyle “Erdoğan’a verilmiş bir şans” (Akşam, 15 Eylül 2010) olan bu tutum; evet demeden desteklemenin etkili bir yöntemi olarak, AKP iktidarının pekişmesi ve anti-demokratik uygulamaların takviyesi anlamına geldi, bu sonuç aradan geçen 3,5 yıl içinde kendini doğrudan ifşa etti.
İkinci kritik süreç, Gezi İsyanı esnasında yaşandı. İktidarı zayıflatacak bir sonucun barış sürecini de sekteye uğratma riski karşısında Kürt siyasal önderliği Gezi Direnişi’nin tetiklediği kitle hareketine -bazı unsurları dışında- doğrudan müdahil olmaktan kaçındı. AKP hükümetinin Gezi Direnişi karşısında izlediği politika ve uygulamaları eleştirmekle yetinen genel tavırla, izlenimci bir tutum sergilendi.
Üçüncü kritik süreç ise 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu sonrasında yaşandı. AKP hükümeti, Türkiye tarihinin en derin politik krizlerinden birine neden olurken, Öcalan ve BDP’nin sözcüleri bu operasyon karşısında izlenimci tavrın da ötesine geçerek, adeta Erdoğan’ın ve AKP iktidarının koruyucusu rolünü üstlendiler. Erdoğan da bu operasyonu, iktidarın politikalarına ve en çok da Kürt sorununun çözümü yolunda atılan adımlara bir darbe olarak göstererek aklamayı seçti kendini. Yaşanan tüm sürecin, aksaklıkların, eksikliklerin sorumluluğu böylece üstten atılmış oldu.
Bu sonuç şaşırtıcı değil, Kürt siyasal önderliğinin barış sürecini korumak ve taleplerini elde etmek istemesinden doğalı yok… Ancak sorunlu olan, AKP hükümetinin tüm yüzünü açığa seren bu politik krizin, kalıcı ve gerçekçi bir çözümün yaratılması noktasında sunduğu olanakları görmezden gelerek, düşmanımın düşmanı dostumdur indirgemeciliğine hapsolmuş reel politikanın sınırlarına boyun eğmektir.
Bu, Kürt hareketinin -farklı durumlarda sınıf hareketi için de geçerli olabileceği gibi- kendi gücünü kaybetmesi anlamı taşıyacaktır. Hükümeti çözüm masasına oturtanın, pazarlık süresini uzatanın Kürt kitlelerin seferberliği ve mücadelesi olması malum. Kürt siyasal önderliği, bu kitleler üzerindeki kontrolünü ve/veya güvenini kaybettiği noktada temsiliyetini de yitirecektir. Bu durumda ise Kürtlerin yalnızca rejimle değil, gittikçe sağa kayan Kürt önderlikleri ile de çatışmaya girmeye başlaması kaçınılmazdır.
Ulusal Hareket ve Emek Hareketi ittifakı
Ancak çok daha önemli olan mesele, hükümet yanında açıktan tutum alan bu siyasetin, ulusal ve emek hareketinin ittifakı açısından da tehlikeli bir durum yaratmasıdır. Türkiye’de emek ve demokrasi hareketi açısından kritik önem taşıyan bu dönem içinde Kürt Ulusal Hareketi ve Emek Hareketi arasında güçlü bir ittifak kurulamaması, her ikisinin geleceği açısından çözümden uzak tablolar ortaya koymaktadır. Böyle bir ittifak noktasında bir umut olmuş olan HDK/HDP ise sınıf uzlaşmasına dayalı halk cepheci bir anlayışın ve bu anlayıştan hareket eden demokratik özerklik merkezli bir programın ötesine geçememiş, varolan politik sınırlar ve taraflar arasında reel politikanın kurallarına dahil olmuştur.
Oysa ki içinde bulunduğumuz koşullar, Kürtlerin ulusal ve demokratik mücadelelerini, tüm Türkiye emekçi halkı ile enternasyonalist bir temelde birleştirebilecek yeni bir evreye işaret etmektedir. Rejim karşısındaki her kazanım, onu daha fazla taviz vermeye zorlayacak ve hatta yıkıma sürükleyerek Kürt ve Türk emekçilerin özgürleşmesi yolunu açacaktır.
Yani bir kez daha temel görev, mücadeleyi bir işçi-emekçi hükümeti şiarı altında birleştirebilmektir!… Kürt siyasal hareketi, Kürt ve Türk burjuvazisi arasında, rejimin sınırları içine hapsolmuş bir ittifaka mı; yoksa Kürt ve Türk emekçiler arasında kendi kaderini tayin hakkını saklı tutan bir ittifaka mı yönelecek? Kürt sorununun çözümü ve rejimin demokratik dönüşümü konusunda geleceği belirleyecek temel faktör bu olacaktır. Nihayet, AKP iktidarıyla sürdürülen pazarlık, temel hedefi Kürt hareketinin ilerici-devrimci unsurlarını tasfiye etmek olan ve boşluğu Hüda-Par ya da KDP-Barzani çizgisindeki yeni siyasi odaklarla doldurmak niyetini saklamayan bir anlayışla yola devam etmek olacaktır. Emek hareketinin bileşenleri olarak, böyle bir tutum karşısında bile ulusal sorunun çözümü için Kürt ulusal özgürlük mücadelesine yönelik desteğimizi elbette sürdüreceğiz. Ancak Kürt siyasal hareketine, gerçek çözümün Kürt emekçileri eliyle ve sınıf mücadelesi yöntemleri ile gelecek olduğunu bıkıp usanmadan söylemeye de devam edeceğiz…
Yorumlar kapalıdır.