Tüm iktidar AKP’ye!

Kimse ağırlık yapıyor diye çölde su taşımaktan vazgeçmez. Aksi hayattan vazgeçmek anlamına gelir. Çeşme başındakinin çöldekini anlaması beklenmez. Siyasal demokrasi çöldeki su gibidir. İhtiyacı olan için önemi hayati; olmayan için talidir. Siyasal demokrasi güçsüzü korur, korumalıdır. Güçlü için siyasal demokrasi ayak bağıdır, olmalıdır. Muhalefet daha çok siyasal demokrasi ister. İktidar daha fazla yasak. Birinin denetim yapabilirliği, diğerinin hesap verirliği ancak böyle dengeye kavuşur.

İktidar hesap vermek istemiyor. Sandıktan çıktım, istediğimi yaparım diyor. Hesap vermek iktidarın insafına bırakılamaz. Bırakılırsa hesap vermek istemez. O yüzden hesap soracak yasalar ve kurumlar olur, olmalıdır. Denetim yasaları ve kurumları olur, olmalıdır. Siyasal demokrasi aynı zamanda denetim yapabilirlik ve hesap verirlik işleyişidir. Doğası gereği muhalefet bu yasa ve kurumları işletmeye, iktidar önünü kesmeye çalışır. Bu yüzden denetim ve hesap sorma kurumları iktidardan bağımsız olur, olmalıdır. Anayasa, denetim ve hesap sorma hak hukukunu teminat altına alan toplumsal sözleşmedir, olmalıdır.

Denetim ve hesap sorma yasa ve kurumlarının işlemez hale gelmesi rejim krizidir. Başbakan Erdoğan’ın Yargı kararlarını tanımaması; MİT ve Emniyet teşkilatının birbirine girmesi; kolluk kuvvetinin mahkeme kararlarını uygulamaması; hâkim ve savcıların hükümet karşıtı açıklama yapması rejim krizinin yansımalarıdır. Rejim içi güçler dengesi bozulduğunda rejim krizi sahne alır. Rejim krizi yaşayan devletin bir ayağı çukurda demektir. Krizin uzun sürmesi devleti yozlaştırır. Çokbaşlılık, sürekli kriz ve çatışmalar siyasi kargaşaya ve ekonomik-sosyal çöküşe yol açar.

Rejim krizinden kriz rejimine

Başbakan Erdoğan’ın rejim içi güçler dengesinin bozulmasına yanıtı “tüm iktidar AKP’ye” oldu. Yürütme ve Yasama’nın ardından Yargı’da da AKP hâkimiyeti kuruldu. Güçler ayrımı ortadan kaldırıldı. MGK, Genelkurmay, MİT, TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı), HSYK, Danıştay, Yargıtay, Cumhurbaşkanlığı, YÖK, RTÜK, TÜBİTAK, Adli Tıp, SPK (Sermaye Piyasası Kurulu), TCMB (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası), Anayasa Mahkemesi dâhil bütün devlet kurumları AKP’nin yörüngesinde. Başbakan Erdoğan bir kriz rejimi inşa ederek rejim krizini aşmaya yöneliyor.

Kriz rejimi nedir? Bozulan rejim içi güç dengelerinin nedeni olan/görülen tüm kurum ve işleyişleri doğrudan hükümete bağlamaktır. Bağımsız ve tarafsız olması gereken denetim ve hesap sorma kurum ve işleyişlerine şeklen de son vermektir. Hükümete her durumda cezai muafiyet sağlayan tam bir dokunulmazlık zırhı giydirmektir.

Bu yol haritası AKP’ye devlet aygıtının tamamı üzerinde -geçici- bir denetim imkânı verebilir. Geçici çünkü bir parti-devletin tüm ekonomik-toplumsal kesimlerin rızasını uzun süre sürdürmesi, açık bir diktatörlük dışında, olanaklı değildir. Uzun süreli açık bir diktatörlük durumunda devletin ve ülkenin parçalanması ise olasılık dâhilindedir. Bütün meşruiyet söylemini 3 Kasım 2002’den bu yana seçimlerde kazandığı ve 30 Mart’ta bir kez daha kazanacağını varsaydığı yüksek oya bağlamış bir hükümet için iktidarını bu yolla sürdürme girişimi aynı zamanda bindiği dalı kesmektir.

Pekiyi, Erdoğan ve AKP hükümeti neden toplumu siyaseten hadım etmeye bu derece meyl etti? Çünkü artık mızrak çuvala sığmaz halde. Tersini iddia etsede Erdoğan ve hükümeti sınıfta kaldı. Bütün fiyakalı söylemlere rağmen dış politika çöktü. Milyarlarca dolarlık özelleştirmeye, işçi ve emekçilerin sosyal haklarının gaspına, tüm neoliberal yamyamlığa rağmen ekonomik mucize fiyaskoyla sonuçlandı. Politika krizden çıkmıyor. Sosyal-kültürel dengeler yerle bir. Hırsızlık, rüşvet, yağma en tepeye dek sirayet etmiş durumda. Pamuk ipliğine bağlı kumdan kaleler birer birer yıkılmakta. Tabii kötü olmak aptal olmayı gerektirmiyor. Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Deveyi hamuduyla yutan neoliberal hükümete göre meyve veren ağaç taşlanıyor. Başarısız ve kötü olan Cemaat! Kendileri sütten çıkmış ak kaşık. O yüzden pişkinlikten ödün vermiyorlar. Meziyet mi bu? Olmasa gerek!

Kıssadan hisse bilimsel bir deney

Devasa büyüklükte, tonlarca ağırlıkta, silindir biçimli demirden bir bidon. Sağını solunu eğip bükmek bir yana yerinden oynatmak için dahi çok büyük iş makineleri gerekli. Bu devasa demir bidonun içine önce buhar dolduruluyor. Sonra bidonun üzerine soğuk su tutuluyor. Ardından devasa demir bidona küçük bir dokunuş! Tonlarca ağırlıktaki devasa demir bidon bir kola kutusu gibi eziliyor. Soğutma sırasında buhar suya dönüşürken tüm oksijeni emerek demir bidonda olaganüstü içbükey bir gerilim yaratıyor. Ve yerinden oynamaz demir yığını bir dokunuşla çöp gibi eziliyor. Maddenin yapısıyla, koşullarıyla oynamanın daima kaçınılmaz sonuçları var. Ya insanların, toplumların, devletin?

Türkiye bir buhar kazanına çevrildi. Bilerek ve isteyerek. Gezi isyanı ortada. Şimdi HSYK, MİT, TİB, İnternet düzenlemeleriyle zoraki soğutma çalışması yapılıyor. 17 Aralık daha fazla dallanıp budaklanmasın diye. Hırsızlık, yağma, talan ve rüşvetle ilgili gerçekleri toplum okumasın, duymasın, öğrenmesin diye. Amaç toplumu ve siyaseti oksijensiz bırakmak, boğmak. Siyasal demokrasi iğfal ediliyor. Tüm “kriz” durumlarında olduğu gibi. Siyasal demokrasinin krizde ilk vazgeçilen olması; çözüm değil sorun olarak görülmesi tesadüf mü? Her krizde siyasal demokrasinin ayak bağı olarak görülmesi; hiçbir zaman çölde su mertebesinde olmaması; temel ve vazgeçilmez olanı değil lüks ve gözardı edilebilir olanı temsil etmesi kayıt altına alınmalı. Türkiye siyasal tarihi muktedirlerin kendi yaptıkları yasa ve kurumları yine kendilerinin defalarca ayaklar altına aldığı nice örnekle doludur.

Bu yasa olmamış!

Başbakan Erdoğan 12 Eylül 2010 günü 50 milyon insanı sandık başına götürdü. Askeri vesayete son verme, yeni bir Türkiye kurma vaadiyle. İstediği eveti yüzde 58 ile aldı. Mutluydu çünkü yargıyı da ele geçirdiğini düşünüyordu. Oysa evdeki hesap çarşıya uymadı. Yüzde 58 başının belası oldu. Bugün HSYK düzenlemesinin anlamı yarım kalan yargıyı ele geçirme işini tamamlamaktan ibaret. Bir farkla. Bu kez referandum yok. Halka sormak yok. Neden? Çünkü halkın en az üçte ikisinin hayır diyeceği ortada. Ve kapıda savcı-polis bekliyor. Yangından mal kaçırır gibi seri üretim yasa yapımı Başbakan Erdoğan’ı, AKP’yi kurtaracak mı?

Yavuz hırsız sahibini bastırırmış! Başbakan Erdoğan taşı ilk atan olmaktan hiç kaçınmadı. En büyük şansı iktidar olmaktan ölesiye korkan bir muhalefetin varlığı. Gölgesinden korkan CHP’nin Gezi isyanı sırasında iktidar korkusu ifşa olmuştu. Bugün Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetini gayri meşru ilan etmelerine rağmen akıllarına sine-i millete dönmek gelmemesi de bundan. Armudun dalından tam ağızlarının içine düşmesini bekliyorlar, korkuyla. Lakin bu hamur daha fazla su kaldırabilecek aşamayı da geçti.

Pekiyi, ne olacak? Bugün için son derece etkisiz, örgütsüz ve dağınık olmakla birlikte gerçek ve kalıcı bir çözümün tek kaynağı işçi sınıfıdır. Neoliberal yamyamlık altında kırk yıldır paramparça edilmesine rağmen işçilerin en ufak kıpırdanmalarının dahi nelere yol açtığını bilen muktedirler bu olasılık nedeniyle işçi sınıfının her hareketini korkuyla izliyorlar. Haksız sayılmazlar…

Yorumlar kapalıdır.