Şeytan Üçgeni’nden sınıf rotasına

Son yirmi yıldan beri ülkedeki politika dünyası üç kesimin farklı ideolojik söylemleri arasına sıkıştırılmış halde: İslamcı hareket, laik akım ve Kürt ulusalcılığı. Daha doğrusu, üç ana politik odak (ve onun ardında yatan ekonomik odaklar), iktidarda olabilmek (ve tabii “iş yapabilmek”) ya da politik etki alanlarını genişletebilmek için toplum kesimlerini bu üç ana ideolojik ve politik söylem çerçevesinde topluyorlar, toplamaya gayret ediyorlar.

Bu söylemlerin üçü de sınıflar üstü bir kapsayıcılığa özeniyor. İslamcılar kadar laikler ve Kürt ulusalcıları da patronları, esnafı, tarım emekçilerini ya da sanayi işçilerini, bir ve aynı politik-ideolojik etkinin altında birleştirmeye, sınıf farklılıklarını ve çelişkilerini kendi söylemleri ve programları altında eritmeye yöneliyorlar. Her biri, kendi yandaşlarını “halk” ve kendi hareketlerini “halk hareketi” olarak tanımlamaya özen gösteriyor. Üstelik bu üç odak kimi zaman birbiriyle çatışıyor, kimi zaman bir diğerine karşı aralarında ittifak kuruyor, şimdi ayrışıyorlar, sonra birleşiyorlar, vb.

İşin en ilginç daha doğrusu göz boyayıcı ve aldatıcı yanı, her üç kesimin de demokrasi savunuculuğu yapması. İslamcılar demokrasiyi laik akımın devlet aygıtlarından tasfiyesine ve kamu düzeninde bazı dini (Sünni) esasların geçerli olmasına bağlıyor, bu çabasında Kürt ulusalcılarının desteğini arıyor; laik akımlar demokrasinin asıl düşmanının devlet kurumlarında ve iktidarda ağırlık kazanan İslamcılar ve “ulusal birliği tehdit” eden Kürt ulusalcılığı olduğunu iddia ediyor; Kürt ulusalcıları ise “demokratik Cumhuriyet” projelerini İslamcılarla pazarlıklarında arıyor. Değişken ittifaklar kuruluyor, ardından bunlar dağılıp yerine yenileri ortaya çıkıyor.

Bu üçgenin “çok sınıflı” bileşimi ve ülke çapındaki ağırlığı, sosyalist hareket üzerinde de büyük bir basınç yaratıyor. Öyle ki, sosyalist kesimlerin büyük bir bölümü politik hattını bu üç odağı esas alarak tarif ediyor. AKP iktidarı, CHP muhalefeti ve HDP-BDP projesi karşısındaki tutumlar neredeyse “devrimciliğin” ölçüsü haline geliyor. Pek çok sosyalist grup bu üç odağın örgütlü kesimleri veya partileri olmasa bile, onların demokrasi söylemlerinin çekim veya itme gücünün etkisiyle taktik veya strateji belirliyor. AKP’nin anayasa değişikliğine oy veren, seçimlerde CHP’yi destekleyen ya HDP-BDP içinde/çevresinde politika yapan sosyalist gruplar ortaya çıkıyor.

Gezi’den Soma’ya

Bir yıl önceki Gezi seferberliği, kentli orta sınıf ağırlıklı olmakla birlikte çok kesimli yapısı nedeniyle bir “halk” isyanıydı. 30 kişinin Gezi Parkı’nda AKP’li belediyenin başlattığı Topçu Kışlası projesine karşı direnişi ve bu direniş karşısındaki polis barbarlığı kitleleri sokağa çekti. Son derece meşru, ileri ve dinamik bir isyandı bu, ama her şeye karşın “halkın bir bölümünün” isyanıydı, zira İslamcı ve Kürt ulusalcısı çevreler “kendi halk kesimlerini” bu seferberliklerin dışında tutmaya özen gösterdiler. Kürt ulusalcıları Kürt kitlelerin Gezi’deki seferberliğe etkin katılımının AKP hükümetiyle pazarlıklarını olumsuz etkileyeceğini düşündüler. İslamcılar ise isyanı “kendi halklarına” karşı bir darbe girişimi olarak yorumladılar ve bu söylemlerinden yerel seçimlerde yararlanmayı başardılar. Sanki halklar karşı karşıya gelmiş, farklı cephelerde toplanmış gibi oldu.

Gezi’den sonra en çok tartışılan konu, bu isyanın sürekliliğinin nasıl sağlanabileceği oldu. Ama “halk” alanlardan gündelik hayatına doğru çekilince geriye tekrar üç odak ve onun etrafında dolanan örgütlülükler kaldı. Kendini “halkın” yerine koyan grupların öncücü etkinlikleri ise Gezi fitilini tekrardan ateşlemeye yetmedi. Bu gelişmeyi daha “Parklar hareketi” doğduğunda öngörmüştük. Binlerce işçinin Gezi isyanına katılmış olmasına rağmen, işçi örgütlerinin seferberliklere bir sınıf rotası sunmamış olması, orta sınıf ağırlıklı halk hareketinin toplumsal hücrelerine ayrışıp sönümlenmesiyle neticelenecekti, ki öyle de oldu. Bu rotayı sunacak ve emekçi halk kitlelerini onun etrafında toparlayacak güçte devrimci bir işçi partisinin bulunmayışı ve sendika bürokrasilerinin kitleler karşısındaki ihaneti bu sonucun ana nedeni oldu.

Bu eksikliğe ve ihanete 301 maden işçisinin katledildiği Soma’da da tanık olduk. İşçi sınıfının belki de en fazla ezilen, en güvencesiz ve en sağlıksız çalışma koşullarına mahkum edilen bir kesiminin yaşadığı bu felaket bile sendikaları yerinden oynatmaya yetmedi. On binlerce insanın çeşitli kentlerde düzenledikleri protesto gösterilerine karşın sendika bürokrasileri işi taziyelerle, göstermelik şikayetlerle geçiştirmeyi yeğlediler. Daha da kötüsü, kendini sosyalist olarak gören kesimlerden bürokratlara yönelik bir basınç da oluşmadı. Tekrar Gezi benzeri bir “halk isyanının” patlak vermesi beklendi, bunun öncücü girişimleri yapıldı, ama hiçbiri yetmedi.

Sınıf rotası

Yerel seçimlerde CHP ve HDP’nin gösterdiği başarısızlıklar ve yetersizlikler, hatta ÖDP ve TKP gibi partilerin kendi mütevazi hedeflerinden bile uzak kalmaları, bu sıralarda tekrardan bir “yeni oluşum” tartışmasını gündeme getiriyor. Sanki Gezi isyanının öznesi aranıyor, yaratılmaya çalışılıyor. Ama, adı ne olursa olsun (belki TİP denmek istenecektir), yaratılmak istenen yeni bir “halk” partisi olacaksa, bu oluşumun etki alanı da Şeytan Üçgeni’nin içine hapsolacak ve sonunda onu oluşturan kutuplardan birine doğru çekilecektir.

Emekçi halk kesimlerini İslamcılardan ve uluslacılardan kurtarıp kendi çevresinde toparlayabilecek bir devrimci sınıf partisinin inşası ise ancak bu üç odağın oluşturduğu politika alanının dışında gerçekleşebilecektir. Sivil ve askeri Bonapartist çevrelerin derin devletini ve İslamcı gericiliğin örümcek ağını parçalayabilecek; Kürt halkına gerçekten kendi kaderini tayin hakkını kullanabilmesini olanaklı kılacak yegane demokrasi biçimi işçi demokrasisi, yani proletaryanın önülüğündeki emekçi yığınların iktidarıdır. Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu, böyle bir partidir.

Bu, kuşkusuz mevcut koşullarda çok zor bir görev. Ama imkansız da değil. İşçi ve emekçi yığınların ekonomik, politik ve toplumsal gereksinimlerine dayalı bir program çerçevesinde ve işçi demokrasisi temelinde hareket eden, bu programı fabrikalara, işyerlerine, sendikalara, emekçi mahallerine, gençliğin saflarına taşıyan bir işçi-emekçi ittifakı, bu doğrultuda mücadele etmeye özen gösteren partilerin ve akımların tek tek her birinden daha etkili olacaktır. Hatta devrimci bir kitlesel işçi partisinin inşasında önemli bir adım oluşturabilecektir. Politik kararlılık ve cüretkârlık devrimci Marksistlerin kendi tarihlerinden devraldıkları en önemli miraslardan biridir.

Yorumlar kapalıdır.