Ahmet neden öldü?

6 Eylül günü saat 19:00 sıralarında 23 yaşındaki Ahmet Kara son dakikalarını yaşıyordu. Önceleri inşaat işçisi olmayı düşündüğü söylenemez. Her işçi ailesinde olduğu gibi sıkıntılı bir çocukluk geçirmiş, ihtiyaçlarına kolayca ulaşamamıştı.

Lise öğrencisiyken de çoğunlukla yazları çalışırdı. Sadece okula devam edebilmek değil yaşamak da hayli masraflıydı. Bir biçimde üniversiteye girmişti. Muhtemelen hayal ettiği bölüm değildi; işsizlik ve geleceksizliğe dair bir şeyler de işitmişti ancak gelecekten daha ümitliydi. Yaşama biraz olsun ilişebildiğini düşünüyordu. Keman dinlemeyi seven, zaman zaman çalabildiğini hayal eden ancak böyle bir imkanla karşılaşmamış Ahmet’in önünde çalışmak ya da çalışmamak seçenekleri pek olmaz. Üniversiteye devam etmesinin arttırdığı masraf kalemleri ailesinin sınırlı bütçesini hayli aşmıştır, keyifsiz çalışma saatlerine ve bel ağrısına katlanmak durumundadır.

Mesai sona erdiğinde dokuz arkadaşıyla birlikte asansöre yöneldiler. İkisi hayli yorucu bir gün geçirdiklerinden yakınıyor, bazıları ise Galatasaray’ın teknik direktör seçimlerinin başarısızlığı üzerine uzun uzun tartışıyor aslında beyinlerine hücum eden sorunlarından biraz olsun uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Ahmet ise gece gündüz demeden sarsıcı bir uğultuyla çalışan beton mikserinin sesinden uzaklaşmak dışında pek bir şey düşünemiyordu. Biraz sonra çok daha büyük bir uğultu koptu. Asansör 160 km hızla yer çakılırken çok fazla şey anlayamazsınız, belki biraz sona yaklaştığınızı hissedersiniz, o kadar. Her şey hızlandırılmış kapitalizme pek uygun olarak yaklaşık 6 saniyede gerçekleşti. Cinayet mahalleri hadise sonrası sessizlikleriyle meşhurdur. Burada böyle bir şey olmadı, ertesi gün şantiyenin yanından geçenler taş kırıcıların sesini duyabiliyordu. Hiçbir şey, sermayeyi, ücretli emekten yararlanmaktan alıkoyamaz.

Tayin edici bir soru var: Ahmet neden öldü? 6 saniyenin ardındaki curcunada bazıları Ahmet ve iş arkadaşlarının cehalet ve ihmalkarlığından söz ediyor, bir yerlerden yine fıtrat ve kader sözcükleri işitiliyor, kimileri belediyelerinde taşeron işçi çalıştırması ve işten atmalarıyla çok kez gündeme gelen partilerinin zayıflığından mızmızlanıyordu. Daha adil bilinenleri ise kutsal addettikleri emek ve çalışma hayatının bu denli kana bulanmasından huzursuzlanacaktı.

Ahmet ve çalışma arkadaşlarının katili 20 gün boyunca fren sistemi, limit hız kontrolü, paraşüt sistemi olmadan, kapıları açık bir asansörü kullanımda bırakan şirkettir. Patronlar için işçi sağlığı ve güvenliği yoktur, iş güvenliği vardır. Ahmet, her gün şantiyeye girerken mavi bir tabelada somurtuk bir suratın altında “Önce iş güvenliği” yazısını okurdu. İşçilerin ölüp ölmeyecekleriyle ilgili bir şey söylenmiyor. Aynı koşullarda onlarca devasa şantiye çalışmaya devam ettiğine göre “iş” cephesinde her şey yolunda gibi görünüyor.

Cinayet, bir kutupta sermaye merkezileşmesi diğer kutupta sefalet yoğunlaşmasının fotoğrafıdır. Fail, Koç, Kiler gibi tekellerle de iş ortaklıklarına sahiptir, inşaat, AVM, gayrımenkul, borsa, finans çok sektörlü bir kâr ve katliam şebekesidir. Sektörlerin tek merkezde birleşip, kâr kitlelerinin büyümesi binlerce işçinin taşeronlaştırılması, sakatlanması, öldürülmesiyle içi içe gerçekleşmekte, emek alt üst edici bir yıkım ve imhaya maruz kalmaktadır. Alım gücünün düşmesi, iş yükünün artması, çalışma saatlerinin tahrip ediciliği, taşeronlaşma, esnek çalışma, tüm sosyal hakların budanması derken “iş”, son raddede yaşam hakkına göz dikilmesine, binlerce işçinin katledilmesine dek geliyor. Sadece yaşamak için bile kapitalizmi öldürmeliyiz!

Ölüm yolculuğunun sahne arkasında devlet ve AKP hükümetinin utanmaz temsilcileri de oturuyorlardı. Tanıdık bir senaryo: Ne denetimler doğru düzgün gerçekleştirildi ne de patronlar işçi sağlığı önlemlerini almaya zorlanıyor. Şirketin Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le tanışıklıkları ve sözünü ettiğimiz tekelci semirmenin AKP döneminde gerçekleştiğini de atlamamak gerek. Dahası, patronların ihtiyaçları için hükmettiği sürece yerlerinde hangi siyasi oluşum oturuyor olsaydı da yürürlükteki gerçeklik değişmeyecek, Ahmet yine ölecekti.

Biraz da sınıf olarak örgütsüzlüğümüzden, işçi hareketinin cılızlığından öldü Ahmet. Patronlar, hükümetleri, bürokratlar, ya da kendileri de bir kâr alanına dönüşen sisteme bağlı denetçilik aygıtları engelleyemezdi çünkü bu cinayeti. Ancak, biz önleyebilirdik, Aziz Torun’un hükümeti değil bir işçi hükümetiyle. Hiçbir gerçekçi sonuç ya da önlemin çıkmadığı en fazla işin biraz daha korunduğu denetim süreçleriyle değil inisiyatifi alan, fiili, örgütlü bir işçi denetimiyle.

Son on iki yılda işçi cinayetlerinde ölen 15 bin sınıf kardeşimiz için yaslı ve öfkeli olduğumuz kadar, kalanlar için, kendi yaşamlarımız için mücadele etme bilincini kuşanmamız gerekiyor. Burjuvazi bizi sonucunda yaşamı kazanacağımız bir kavgaya davet ediyor.

Yorumlar kapalıdır.