Birleşik Haziran Hareketi’nin karakteri ve sınırları

Haziran Ayaklanması’nın ardından, ÖDP’nin çağrısı ile toplantılar ve forumlar yapmaya başlayan Birleşik Muhalefet Hareketi, HDK/HDP çizgisi dışında kalan sosyalist yapıları, Gezi’nin tutkal olduğunu söyleyerek birleştirmeyi hedefliyordu. Bir diğer süreç ise, yerel seçimlerin ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin oluşturduğu boşluklu dinamikle birlikte doğdu ve böylece ODTÜ Vişnelik toplantılarını başlatmış oldu.

Bu iki girişim farklı motivasyonlarla birbirlerinden bağımsız bir şekilde başladı ancak ilerleyen süreçlerde ortaklaştı. Böylece, Sol Cephe ve HDK çizgisi dışında “üçüncü yol” olma iddiasında olan BHH, daha baştan Sol Cephe ile birleşerek onun temsil ettiği “yurtseverlik” benzeri burjuva değerleri bünyesine katmış oldu.

Sol/sosyalist hareket içerisindeki birlik ihtiyacı, özellikle Haziran’ın ardından yadsınamaz derecede öne çıktı. Elbette bu ihtiyaç, inişleriyle çıkışlarıyla daima gündemde ve bu ihtiyacın yakıcılığı, işçi sınıfının ve onun bağımsız örgütleri ile siyasetinin ne denli parçalı ve yalıtık olduğu düşünüldüğünde oldukça somut. BHH bu yönde ileriye doğru atılmış bir adım olsa dâhi, sınıfın bağımsızlığını eksen alan anlayışın eksikliği sebebiyle daha doğarken sakatlanıyor. Sadece programının burjuvaziye göz kırpan kısımlarını değil, bizzat egemen sınıfın politikacıları olan patron temsilcilerinin bu hareket ile kurduğu içli dışlı ilişkileri de kastediyoruz.

Haziran ertesi bu birleşmenin, aslında programatik ve örgütsel çözülüşün bir ifadesi olduğunu okuyabilmek gerekiyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük ayaklanması, devrimci yapılara akan trafiği yoğunlaştıracağına, bir takım krizleri doğurdu. Çıkarılan yayınların bir kısmının öldüğünden, bir kısmının periyodunu uzattığından ve yalpalığından bahsedebilirken, sol yapılar bazen bölünme ile sonuçlanan irili ufaklı krizler atlattı. Sınıf mücadelesinin yasaları en ağır yargılarını dile getirdi.

Bu yargıların tokat etkisi yapan doğası incelenmeden başlatılan bu birlik süreci, aslında sınıf mücadelesinin yükselmesiyle artan politik krizin etkilerini daha derinleştirecek gibi duruyor. Zira krizin kaynağını, işçi sınıfının örgütsel ve politik bağımsızlık şiarını öne çıkaran bir anlayışın eksikliği oluştururken, BHH bu temelde bir birlik arayışına yönelmiyor ve böyle yaparak dolaylı yoldan bu eksikliği genişletmeyi öngörüyor.

Haziran’ın en yakıcı iki ihtiyacı olan ikili iktidar organlarının yaratımı ve bağımsız kitlesel emekçi örgütlerinin inşası ilkeleri, CHP milletvekillerinin bağımsız katılımı ve “ulusalcı”, “aydınlanmacı” ölçütlerin kabulüyle karalanırken, demokrasi mücadelesi nihai hedef olarak saptanıyor ve bu mücadele düzen içi sınırlara hapsedilerek reformist bir kanala aktarılıyor.

Bu ikircikli tutum BHH’nin,dış borçların ödenmemesi, işçi denetiminde ve tazminatsız kamulaştırma, 6 saatlik iş günü gibi, işçi sınıfının gündemini oldukça yakıcı bir şekilde işgal eden taleplerin üzerinden atlamasına neden oluyor.

BHH’nin ne söylemlerinde, ne de metinlerinde Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkından bahsetmiyor oluşu ise, izlenen yöntemin mantıksal sonucu. Ulusal sorun karşısında sosyal-demokrat bir yapının geliştirebileceği bütün önermeleri geliştiren BHH, Kürt halkının ayrılma hakkını açıkça tanımıyor. Bu ise, ezilen uluslara “boşanma hakkı” tanımayan bütün siyasi hatlar gibi BHH’nin de burjuva ulusalcı önyargılar ile hareket ettiğinin bir göstergesi.

CHP milletvekili İlhan Cihaner’in “CHP ilkeriyle çelişmez” dediği ve Suriye devriminde açıkça veya gizlice Esad tarafında yer almış grupların oluşturduğu BHH’nin, bütün bu meseleler ışığında sahip olduğu en büyük handikap, tam da bu meseleleri doğuran bilinçli politik yönelimin kendisi. Yani i.) burjuva-demokratik görevlerin azami amaçlar olarak kabul edilmesi ve ii.) bu burjuva-demokratik görevlerin devlet iktidarının sınıf karakteriyle ve mülkiyet ilişkileriyle olan dolaysız bağının üzerinden atlanması.

Bu iki handikap BHH’yi, önümüzdeki dönemde burjuvazinin sektörlerinden birisinin kuyruğuna takılmaktan, militanlaşan işçi ve kitle mücadelelerini kendi reformist mücadele programı aracılığıyla soğurmaya kadar, sınıfın bilinçliliğine ve örgütlülüğüne zarar veren pozisyonlara savurabilir. Burjuva demokrasisinin tamamen tesis edilmesiyle kendisini sınırlayan bütün hareketlerin kaderi bu olmuştur.

O halde Haziran’ın açığa çıkardığı programatik ve örgütsel ihtiyaçlar hala karşılanabilmiş değil. Ortaya çıkan birlik ihtiyacının gerçekçi cevaplarla karşılanması, ancak ve ancak sınıf bağımsızlığı temelinde hareket eden ve bir işçi-emekçi ittifakı niteliği taşıyan ilkeli eylem birlikleri ile sağlanabilir. Bu bağlamda, neo-liberal saldırılar altında her ne kadar klişe bir önermeymiş gibi gösterilmeye çalışılsa da, malum olanı belirtmekten çekinmeden, önümüzdeki en mühim görevin işçi sınıfının devrimci partilerinin inşası ve devrimci sendikal koordinasyonların oluşturulması olduğunu hatırlayalım.

Yorumlar kapalıdır.