Solda nasıl bir ittifak?

7 Haziran seçimleri yaklaşırken, solda “nasıl bir ittifak” tartışmaları da hız kazanıyor. Erdoğan ve AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde başkanlık rejimine geçiş doğrultusunda anayasayı değiştirecek çoğunlukta milletvekili çıkarmayı hedeflemesi, HDP’nin seçimlere parti olarak katılacak olması, Birleşik Haziran Hareketi (BHH)’nin seçimlerde nasıl bir tutum belirleyeceği, seçim tartışmalarının ana başlıklarını oluşturuyor.

Erdoğan ve AKP açısından önümüzdeki seçimlerin önemi büyük. Temel hedef, anayasayı değiştirecek çoğunlukla, yani mümkünse 367, olmazsa anayasayı referanduma götürme şansı tanıyan 330 milletvekili elde ederek seçimleri kazanmak. Bu sayede Erdoğan ve AKP, Gezi isyanı ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla yitirdiği meşruiyeti yeniden tesis etme çalışmalarını, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma stratejisini devam ettirebilecek.

Bunun başarmanın zorluklarının ise, Erdoğan ve AKP hükümeti fazlasıyla farkında. Öncelikle, AKP hükümetinin baskıcı, ikiyüzlü, işçi düşmanı politikalarına karşı biriken tepki Gezi isyanıyla sokağa taşmış, AKP hükümetinin artık eskisi gibi yönetemeyeceği açığa çıkmıştı. Aynı zamanda, AKP hükümetinin iç ve dış politikadaki tercihleri, emperyalizmi ve çeşitli burjuva kesimleri AKP’den yabancılaştırmaya başlamış, Gezi isyanı AKP hükümetinin arkasındaki iktidar blokunun çatırdamasını hızlandırmış ve bu durum, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının zeminin hazırlamıştı. Ve son olarak, Ekim ayında Kobane ile dayanışma için Kürt halkının sokaklara dökülmesi, AKP’nin “çözüm süreci” adı altında uyguladığı ikiyüzlü, oyalama politikalarına ve Rojava’ya dönük düşmanca tutumuna karşı biriken öfkeyi yansıtıyordu.

Bu durum karşısında Erdoğan ve AKP, varlığını sürdürebilmek için anayasal çerçeveyi, mevcut politik sistemi altüst etmekten çekinmeyen müdahalelerde bulundu. Ekonomik, siyasi istikrar şantajıyla ve muhafazakârlık temelinde kutuplaştırıcı söylemleriyle yerel seçimlerden ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden galip ayrılarak, yitirdiği siyasi meşruiyeti onarma yolunda adımlar attı.

Şimdi ise, emekçi kitlelerin kendisine gönülsüzce oy vermesinde başlıca etken olan ekonomik istikrar söylemi de çatırdamak üzere. Son çeyrekte yüzde 1,7’ye düşen büyüme oranı, yüzde 10’u aşan resmi işsizlik, devasa boyutlardaki cari açık ve dış borç rakamları denizin artık bitmekte olduğunu ve ekonomik krizin kapıda durduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, ekonomik saldırıların hız kazanacağı yeni bir döneme giriyoruz. Metal grevine getirilen yasak ise, bunun son örneğini oluşturmakta.

Bu bağlamda, bir yandan politik krizin derinleştiği ve Erdoğan ve AKP’nin siyasi iktidarını sürdürebilmek için hiçbir yöntemi kullanmaktan çekinmediği, diğer yandan ekonomik kriz emarelerinin giderek belirginleştiği ve işçi sınıfına dönük saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde, işçi sınıfından, ezilen, sömürülen kesimlerden yana bir siyasi alternatifin inşası, kaçınılmaz bir görev haline gelmekte. Böylesi bir dönemde sol, sosyalist kesimlerin büyük bir çoğunluğu iki kutup etrafında kümelenmekte: HDP ve BHH. Mevcut durumda, bu iki kutbun da baskı rejiminden, kapitalizmden kopuş ekseninde bir programa sahip olduğunu söylemek, ne yazık ki mümkün değil.

HDP ve BHH

HDP’nin seçimlere bağımsız adaylar yerine parti olarak katılacak olması, tartışmaları HDP’nin yüzde 10 barajını aşıp aşamayacağı, bunun için hangi popüler kişileri aday gösterebileceği üzerine yoğunlaştırmakta. HDP’nin yüzde 10 barajını aşabilmesi kuşkusuz, pek çok açıdan kritik öneme sahip bir nokta. Fakat, HDP’nin yüzde 10 barajını aşabilmesi için Batı’daki emekçilerden oy toplaması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, bunun için ihtiyaç duyduğu şeyin Kadir İnanır gibi popüler şahsiyetlerin adaylıklarından ziyade, emekçilerin ekonomik ve sosyal taleplerini gerçekten savunacak bir eylem programı ve mücadele hattı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

BHH ise, siyasi ufkunu AKP’nin alaşağı edilmesiyle sınırlamakta, AKP hükümetine karşı verilecek mücadele ile baskı rejiminden ve kapitalizmden kopuş için verilecek mücadele arasına aşamalar koyarak, duvarlar örerek, bu iki mücadele arasındaki bağlantıyı koparmakta. AKP’nin muhafazakâr-gerici politikalarıyla işçi düşmanı, neoliberal politikaları arasındaki ilişkiyi atlayarak, sınıfsal bağlamından koparılmış laiklik ve ilericilik söylemi üzerinden bir mücadele hattı örmeye çalışmakta.

Bütün kötülüklerin anası olarak AKP hükümeti belirlendikten sonra, CHP hiç kuşkusuz doğal bir müttefik olarak sahneye çıkmakta. BHH’nin içinde CHP milletvekillerinin de yer alması, bu bağlamda organik bir ilişkiyi ortaya koyarken, CHP ile ittifak girişimleri de bu düşünsel, politik zemin üzerinden gerçekleşmekte.

AKP’nin geriletilmesi amacıyla, BHH içinde ve dışında tartışılan, gündeme getirilen bir diğer öneri ise, CHP-HDP-BHH ittifakının kurulması. Stalinizm’in klasik “halk cephesi” politikasının bir yeniden üretimi olan bu anlayışa göre, öncelikle baş düşman AKP’ye karşı sol, sosyalist partilerle burjuvazinin “demokratik” kanadı arasında bir ittifak kurularak baş düşman AKP “demokrasinin savunusu” temelinde yenilgiye uğratılmalı, sınıf mücadelesinin talepleri, -eğer böyle bir hedef varsa (!)- bu aşamadan sonra gündeme getirilmelidir. Troçki halk cephesi teorisyenlerinin aritmetiğin dört işleminin sadece birincisinden yani toplama işleminden öteye gidemediklerini belirtir. Yani, CHP’nin, HDP’nin ve BHH bileşenlerinin toplamı, bunların her birinden fazladır. Fakat Troçki bu noktada, politikada aritmetiğin yeterli olmadığını, işe mekaniği de katmak gerektiğini vurgular: “Kendisini farklı yönlere çeken ne kadar çok bileşke kuvvet varsa, bileşke kuvveti de o kadar küçük ya da zayıf olur. Müttefikler zıt yönlerde kuvvet tatbik ederlerse bileşke kuvveti sıfıra eşit olur. (…) Temel sorunlardaki çıkarları birbirlerine 180 derece zıt olan proletarya ile burjuvazi arasında bir ittifak oluşturulduğunda, genel kural olarak ancak proletaryanın devrimci gücünü felç etmiş olursunuz”.

AKP ile aynı neoliberal ekonomik programa sahip, Kürt halkının en temel taleplerini sahiplenmekten kaçınan burjuva partisi CHP ile yapılacak bir ittifak, işçi sınıfının, ezilen kitlelerin hangi taleplerine, ihtiyaçlarına bir çözüm getirebilir, bu sorunun yanıtını, bu önerinin sahiplerine bırakıyoruz.

Bu çerçevede vurgulanması gereken bir diğer nokta, BHH’nin programının Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını sahiplenmemesi, ulusalcı bir anlayışla sınırlı kalması. Bu durum, Kürt ve Türk emekçilerin mücadele birliğini bölen, sosyalist hareket ile Kürt siyasi hareketi arasındaki olası bir ittifakın önüne geçen önemli bir etken olmakta.

Baskı ve sömürü rejiminden, kapitalizmden kopuş

Bütün bu ittifak tartışmalarına damgasını vuran nokta ise, ittifak tartışmalarının yalnızca seçimler ekseninde gerçekleşmesi, BHH örneğinde ise birleşik mücadelenin “AKP gericiliği”yle sınırlandırılmasıdır. Oysa, Türk ve Kürt emekçilerinin, ezilen, sömürülen kesimlerin ertelenemez bir şekilde ihtiyaç duyduğu şey, seçimleri kapsayan fakat onunla sınırlı kalmayan, 12 Eylül diktatörlüğüyle tesis edilen ve bugün AKP eliyle sürdürülen baskı ve sömürü rejiminden, kapitalizmden kopuş perspektifine sahip bir siyasi alternatifin, bir işçi-emekçi ittifakının inşasıdır. Bütün sol, sosyalist hareketi ve Kürt siyasi hareketini, aşağıda belirtilen programatik temeller etrafında, seçimlerde ve sokakta örülecek bir siyasi ittifakın inşasına çağırıyoruz: Yaklaşan ekonomik kriz karşısında, bankaların ve stratejik sektörlerin tazminatsız biçimde kamulaştırılması, dış borç ödemelerinin reddedilmesi ve işten atmaların yasaklanması; Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı dahil olmak üzere bütün siyasi ve demokratik haklarının koşulsuz biçimde tanınması; siyasal demokrasinin tesisi için emekçilerin ve ezilenlerin tayin edici olacağı bir kurucu meclisin toplanması; ittifakın eylem programının ve mücadele hattının emekçilerin ve ezilen halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesini sağlayacak öz örgütlenmelerin oluşturulması, emekçilerin ve ezilenlerin kitlesel seferberliğine ve bu yolla siyaset sahnesine çıkması stratejisine hizmet edecek bir biçimde örülmesi.

Yorumlar kapalıdır.