Levent Dölek ile üniversitelerdeki baskılar, sendikal mücadele ve referandum sürecine ilişkin söyleşi

AKP iktidarı, 15 Temmuz’un ardından darbecileri tasfiye bahanesiyle on binlerce kamu emekçisini, özellikle de üniversitelerde muhalif, mücadeleci bilim emekçilerini KHK’lerle işten attı. İstanbul Üniversitesi’nde 50/d karşıtı mücadelenin başını çeken akademisyenlerden ve KHK ile haksız biçimde işten atılan Levent Dölek ile AKP’nin üniversiteler ve KESK üzerindeki baskıları, Eğitim-Sen’in içinden geçmekte olduğu kongre dönemi ve referandum süreci üzerine konuştuk. Levent Dölek, Eğitim-Sen üyesi ve aynı zamanda Devrimci İşçi Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı’dır.

İşçi Cephesi (İC): 15 Temmuz’un ardından çıkartılan KHK’lerle sözde darbecilere karşı mücadele bahanesiyle 100 bine yakın kamu emekçisi işten atıldı. AKP iktidarı özellikle üniversitelerde muhalif, mücadeleci eğitim, bilim emekçilerine karşı bir cadı avı başlattı ve üniversiteler üzerindeki baskı tüm ağırlığıyla sürüyor. Üniversitelerdeki tasfiye sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Levent Dölek (LD): Söylediğiniz gibi bu bir cadı avı ve OHAL bahanesiyle üniversitenin en mücadeleci, en kararlı, en tutarlı insanlarını da tasfiye ediyorlar. Cemaatçi suçlamasıyla operasyon yürütenlerin kendileri üzerlerindeki şaibeleri atabilmiş değiller. Ancak üniversitelerdeki direnci kırmak için canhıraş şekilde uğraşıyorlar ve bu şekilde kendilerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. İktidar da bir şekilde bu insanları elinde rehin tutuyor. Muhalefeti bastırmak için kullanıyor.

Bu tasfiyeler sadece belli başlı insanlara yapılan haksızlıklar olarak da görülemez, üniversiteyi sermayenin tamamen boyunduruğuna sokacak olan Üniversite A.Ş. projesinin önündeki engeller de temizleniyor bu şekilde.

İC: Kamu sektöründe iktidarın baskısının odağında KESK ve Eğitim-Sen yer alıyor. Bununla birlikte kamu emekçilerinin kararlı duruşu sonucunda açığa alınan yaklaşık 10 bin Eğitim-Sen üyesi görevlerine iade edildi. Öte yandan bu dönemde, Eğitim-Sen bir kongre sürecinden geçmekte. İktidarın saldırılarını püskürtebilmek için çok daha kapsamlı bir mücadele planının ortaya konulması gerektiği de ortada. Eğitim-Sen önümüzdeki dönemde nasıl bir eylem planı ortaya koymalı, kongre süreci bu yönde nasıl değerlendirilmeli?

LD: Yaşadığımız süreç kamu emekçileri açısından tek gerçek sendikanın KESK ve bu sendikanın en güçlü unsurlarından biri olan Eğitim-Sen olduğunu gösterdi. Bunda hiç bir kuşku olamaz. Eskiden KESK’in karşısına Kamu-Sen’i çıkarttıklarında devlet güdümlü sendika diye nitelenirdi. Memur-Sen’in hali ortada, AKP’nin memur kolu gibi. Son süreçte bu sendikalardan Eğitim-Sen’den olduğundan daha çok insan ihraç edildi, açığa alındı. En ufak bir destek vermediler. Ne hukuki ne maddi ne de manevi… Çünkü sendika değiller. İdarecilerin desteği ile örgütlenen icazetli sözde sendikalar kötü günde üyelerini ortada bırakıverdiler. KESK ise öyle değil. Pek çok eksiğini yanlışını söyleyebiliriz, söylüyoruz da. Ancak bugün gadre uğrayan, açığa alınan, ihraç edilen üyelerine hem hukuki, hem maddi hem de en önemlisi manevi desteği en iyi şekilde verebiliyor. Sendikalı olmanın ne demek olduğunu nasıl bir güç olduğunu bu kötü günlerde tüm netliği ile görebiliyoruz.

Bu yüzden KESK’e, Eğitim-Sen’e sahip çıkmak çok önemli. Kongre süreçlerine de bu açıdan bakılmalı. Daha önceleri bu süreçler kıyasıya bir sendikal mücadeleye sahne olurdu. Bu yine olabilir daha etkin bir mücadele verebilmek için olmalı da. Ama tüm şube kongreleri ve nihayet genel kurulumuz bunların ötesinde bir direniş ruhuyla örgütlenmeli. Her bir kongre istibdada karşı mücadele çağrısının yapıldığı, kitlesel gösterilere dönüştürülmeli. Bu sürece de yine eylemli şekilde gitmek önemli. Eylemlerde kitleselliği her zaman sağlayamıyoruz. Çağrı yapmak yeterli değil. Oturma eylemi, basın açıklaması demeden her eylemi örgütlemeliyiz. Dönem eski alışkanlıklarımızı sürdürerek aşabileceğimiz bir dönem değil. Doğrusu biz eski dönemde de hiçbir zaman işyerimizde bu şekilde eylem örgütlemedik. Eylemlerimizi hep amacı, talepleri net bir şekilde, iyi örgütlenmiş biçimde ve kitlenin katılımını sağlayarak yaptık. Bu şekilde etkili olduk. Mesela atıldıktan sonra Beyazıt meydanında iki eylem yaptık. OHAL dönemi içinde hem üniversitede hem de genel olarak örnek gösterebileceğimiz eylemler oldu. Atılanın değil atanın suçlu ve gayri meşru olduğunu, bizim haklı olduğumuzu gösteren eylemlerdir. Ama bu anlayışın ve pratiğin tüm KESK’e mal olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için de mücadele ediyoruz.

İC: Önümüzdeki dönemin temel gündemi referandum oylaması olacak. Emekten yana talepleri ve demokratik hakların savunusunu odağına alan güçlü bir Hayır kampanyasının örgütlenebilmesi hayati önemde görünüyor. Sendikaların, sol, sosyalist partilerin mevcut durumu göz önünde bulundurulduğunda birleşik ve güçlü bir Hayır kampanyasının örgütlenmesinin koşullarını, olanaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

LD: Güçlü bir hayır potansiyeli mevcut. Özgür ve eşit koşullarda referanduma gidilse iktidarın “ceketimi koysam seçtiririm” kibrine halk gereken cevabı verecek ve hayır ezici şekilde kazanacaktır. Ama durum biliyorsunuz ki öyle değil. Dolayısıyla özgür bir referandum için mücadele ve baskılara karşı direnmek de Hayır kampanyasının vazgeçilmez bir parçası olacak. Onun dışında sınıf perspektifi çok önemli. Kimlik, hayat tarzı vb. açılardan saflaşma olursa bu karşı kampa yarar. Halbuki getirilmek istenen istibdat rejimi apaçık sermayenin çıkarına ve işçi sınıfı için kazanımların tırpanlanması ve büyük hak gaspları demek. Solun birleşmesinin tek başına bir hayır getireceğini düşünmüyorum. Zira Kadıköy Beşiktaş hattında birleşsek ne olur birleşmesek ne olur… Hayırcıları daha fazla hayırcı yapmanın bir kıymeti yok. Evet oyu vermeyi düşünen ya da kararsız insanlara gerçekleri anlatarak ikna etmek lazım. Ne yazık ki solcular bu konuda da fena halde. Hayırcı olmayanları ikna etmek gerektiğini anlayan da bir bakıyorum MHP muhalefetinin, Furkan Vakfı’nın videolarını paylaşıyor. Böyle aymazlık olur mu? Kılıçdaroğlu’nun bu paket İslam’a aykırı demesinden ne farkı var? Biz istibdadın işçi sınıfına ne getirip ne götürdüğünü tüm açıklığı ile anlatmalıyız. Ve bunu doğrudan fabrikalarda, işyerlerinde yapmalıyız. Aslında solcu sosyalist dediğinin normalde doğallığında bunu yapması lazım ama durum ortada. Biz en azından Devrimci İşçi Partisi olarak referandumda solcuları doğru bir siyaset doğrultusunda ikna etmek için sarf edeceğimiz enerjiyi fabrikalara ve işyerlerine harcamak niyetindeyiz. Çok daha faydalı olacağı açık.

Yorumlar kapalıdır.