Esad rejimi ve müttefikleri İdlib’de kanlı finale hazırlanıyor

Esad rejimi ve müttefiklerinin Şam kırsalı ve güneyde Deraa bölgesini ele geçirmesinin ardından sıra İdlib’e geldi. Muhaliflerin denetimi altındaki bölgelerde yaşayanların İdlib’e sığınması veya gönderilmesiyle nüfusu 3 milyona yaklaşan bölgeye Rusya ve rejim uçaklarının saldırıları hâlihazırda başlamışken, kara operasyonu için hazırlıklar da yoğun bir şekilde devam ediyor. Astana süreciyle birlikte “gerginliği azaltma bölgesi” ilan edilmiş olan İdlib’de Türk ordusu da 12 gözlem noktasında varlığını sürdürüyor.

İdlib operasyonu, Esad ve müttefiklerinin “süpürme harekâtının” son halkasını oluşturuyor. 2015’in sonunda Rusya’nın hava desteği ve İran ile Hizbullah’ın milis güçleriyle karşı saldırıya geçen Esad rejimi, muhaliflerin denetimi altındaki bölgeleri teker teker ele geçirmeye başlamıştı. Önce Halep’i denetimi altına alan rejim güçleri, ardından Şam kırsalına yönelmiş ve sonrasında güneyde, ayaklanmanın başladığı Deraa bölgesini ele geçirmişti. Ele geçirilen bölgelerdeki silahlı gruplar ve bölgede yaşayan siviller, rejimle yapılan anlaşmalarla İdlib’e taşınmışlardı. PYD’nin denetimindeki bölgeyi saymazsak, böylece İdlib, rejimin kontrolü dışında kalan tek bölge haline geldi ve vilayetin nüfusu ikiye katlanarak 3 milyon sınırına yaklaştı. Bu çerçevede, rejim ve müttefiklerinin planı oldukça basit ve netti. Öncelikle, muhalefeti İdlib’e sıkıştırıp ülkenin geri kalanını kontrol altına almak ve ardından İdlib’e nihai saldırıyı gerçekleştirerek, “geçiş dönemine” hâkim ve güçlü şekilde girerek rejimin geleceğini garanti altına almak.

Eğer rejim güçleri, İdlib vilayetinin tamamını hava ve kara destekli operasyonla ele geçirecek olursa, Suriye’de şimdiye dek yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği savaşın en kanlı aşaması sahnelenecek. Sivil yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgeye düzenlenecek bir askeri operasyon, yeni katliamları beraberinde getireceği gibi, yüz binlerce kişinin evlerini terk etmesi ve yeni bir toplu göç dalgasıyla sonuçlanacak. İdlib’de hâlihazırda yaklaşık 2 milyon kişi Türkiye üzerinden gelen yardımlarla hayatlarını sürdürebiliyor ve yeni saldırı bu durumu da katlanılmaz bir hale getirecek.

Emperyalizmin işbirliği

İdlib operasyonuna insani gerekçelerle karşı çıktığını açıklayan ABD, AB ve Türkiye ise Esad’ın askeri operasyonlarına ve zaferlerine onay vererek, rejimin zaferinin örtük işbirlikçileri oldular. Söylemlerin ötesinde Esad rejimini hiçbir zaman karşısına almayan ABD’nin önceliği, ülkenin doğusunda YPG aracılığıyla sağladığı denetimi sürdürmek ve bu bölgedeki nüfuzunun tanınmasını sağlamak. Bu bölgeye dönük bir saldırı olmadıkça, ABD’nin Suriye’nin mevcut durumu ve geleceğine ilişkin Esad ve Rusya’yla bir sorunu bulunmuyor.

Temel önceliği yeni bir mülteci akınının önüne geçilmesi olan AB ülkeleri ise, bu meselenin engellenmesini Erdoğan’a havale etmiş durumda ve olası yeni bir mülteci akınında Türkiye’nin “tampon bölge” rolünü layıkıyla yerine getireceğini umuyor. Erdoğan rejimi ise, Suriye’ye dönük ırkçı ve mezhepçi politikasının iflas etmesinin ardından, Astana süreciyle Esad rejiminin varlığını temel alarak, İran ve Rusya ile pazarlıklarla, Suriye’deki etkisini koruma çabası yoluna girmişti. Rusya’yla yapılan pazarlıklarla, Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarına izin verilmesi karşılığında, muhalefetin kontrolündeki bölgelerin Esad tarafından ele geçirilmesine onay verilmişti. Şimdi, İdlib’e dönük olarak gerçekleşeceği uzun zamandır belli olan operasyona karşı görünmekle birlikte Erdoğan rejimi, Rusya ve İran’la girişilen yeni pazarlıklarla, özellikle PYD-YPG’ye karşı elde edebileceği yeni tavizler çerçevesinde, İdlib operasyonuna onay vermek durumunda kalacaktır. Ankara hükümetinin şu anki önceliği, yeni göç dalgasını Suriye sınırında tutarak, AB’nin “sınır bekçiliği” rolünü etkin bir şekilde yerine getirmek üzerine kuruludur.

İdlib halkı her taraftan baskı altında

İdlib halkı yalnızca Esad ve müttefiklerinin saldırıları altında kalmıyor, aynı zamanda, bölgedeki askeri gücü elinde bulunduran radikal İslamcı grupların baskısı altında yaşıyor. Bölgedeki en büyük askeri gücü, El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin çekirdeğini oluşturduğu Heyet Tahrir el Şam oluşturmakta. Bunun dışında, selefi örgütlerin askeri koalisyonu Suriye Kurtuluş Cephesi İdlib’in çeşitli bölgelerini denetim altında tutuyor. Tüm bu İslamcı örgütler, yerel halka, özellikle de kadınlara yönelik baskıcı uygulamalarda bulunuyor ve yerel konseyleri, sivil aktivistleri ortadan kaldırmaya yönelik sistematik bir çaba sarf ediyorlar.

Esad rejimi ve müttefikleri bölgedeki askeri operasyon için, terörist olarak nitelendirdikleri silahlı İslamcı grupların varlığını gerekçe gösteriyorlar. Gerçekte ise, Esad rejimi için halkın kendisini onaylamayan tüm kesimleri birer terörist ve ortadan kaldırılmaları meşru. Rejimin ayrım gözetmeyen saldırıları sonucu, yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği, ülke nüfusunun yarısının yerinden edildiği ve 5 milyondan fazla insanın ülkesini terk etmek zorunda kaldığı hatırlanırsa, rejimin “bölgeyi terörden temizlemekle” neyi kast ettiği oldukça açık bir hale gelmekte. Öte yandan İdlib halkı, yerel konseylerin ve sivil aktivistlerin öncülüğünde birçok defa radikal İslamcıların baskılarına ve cihadçılar arası çatışmalara karşı çıkan eylemler ve seferberlikler gerçekleştirdiler. Şimdi ise İdlib halkı rejimin askeri operasyonuna karşı eylemler düzenleyerek dünyaya sesini duyurmaya çalışıyor.

Devrimci sosyalistler olarak Esad rejiminin ve müttefiklerinin İdlib’e dönük operasyonunu kesin olarak reddediyoruz. İdlib’e dönük askeri müdahale yeni katliam ve göç dalgasından başka hiçbir anlam taşımamakta. Aynı zamanda, Türkiye, ABD ve AB’nin Suriye’deki ikiyüzlü ve işbirlikçi tavrı kınıyor ve reddediyoruz. Cihadçı gruplar ise, rejimin “beşinci kolu” niteliğinde, Suriye halkının düşmanı, gerici ve karşıdevrimci güçler olduklarını her yeni durumda yeniden kanıtlamaktalar. Mevcut durumda tüm dış güçler, gerek rejimin doğrudan destekçisi olan Rusya, İran ve Hizbullah, gerekse de Türkiye ve ABD derhal Suriye’den çekilmeli ve Suriye halkı kendi geleceğine kendisi, rejimin saldırıları ve İslamcıların baskısı olmaksızın, özgürce karar verebilmelidir. Devrimci sosyalistler bu doğrultuda mücadele etmeye ve Suriye halkının yanında olmaya devam edecek.

 

Yorumlar kapalıdır.