TİS satışlarına metal işçisi “DUR” demeli

Türk-İş baş bürokratı Ergün Atalay satışı tamamladı. 200 bini aşkın kamu kesimi işçisi için önce en düşük işçi ücretinin 3 bin 500 liraya yükseltilmesini, tüm kamu işçilerine seyyanen brüt 300 lira, ilk altı ay yüzde 15, ikinci, üçüncü ve dördüncü altı aylarda enflasyon artı 3 puan refah zammı talep etmişti. Ve tabii hükümeti “müthiş” eylemlerle “tehdit etmişti”!

Ama sonra ağababasına telefon edip “Sayın Cumhurbaşkanım, kırmızı çizgimiz yüzde 8’den aşağıya inmememiz lazım. Yüzde 9 bizim için mükemmel olur. İşte düşük ücretlilerle ilgili de 150 lira iyileştirme…” falan demiş. Sonra da bu satışının altına imza atmış. Ve de kendisine göre, baştaki taleplerinin yarısına bile ulaşmayan bu satıştan işçiler “pek memnunlarmış”.

Ardından 5,5 milyon memur  ve kamu emeklisinin (yani kamu emekçilerinin) satış sözleşmesi geldi. AKP yardakçısı Memur-Sen masaya yüzde 8+7 zammının yanı sıra 2020 yılı için 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere yüzde 3 refah payı ve taban aylığa 200 lira seyyanen  artış talebiyle oturdu. 

Memur-Sen’in bu taleplerinin zaten mevcut enflasyonun altındaydı. Örneğin KESK 2020 için toplam yüzde 38 artış, 2021 yılı için de 2020 enflasyonu artı 3 puan refah payı talep ediyordu. Ama sözleşme yetkisi Memur-Sen’deydi. Memur-Sen önce hükümetin komik tekliflerini reddetti, bir saat iş bırakma, bakanlık önünde toplanma gibi “laf ola beri gele” eylemlerle tehditler savurdu. Ve sonra?

Sonra, Ankara ile sınırlı iki saatlik boş cüzdan bırakma türünden bir iş bırakma “eylemiyle” dostların alışverişte görmesini sağlayıp hemen Hakem Kurulu’nun arkasına sığındı. Tabii hakem kurulundan çıkacak hükümet lehine yoksulluk anlaşmasını bile bile. Yandaş sendikanın ihaneti de bu şekilde gerçekleşti.

Hükümetin stratejisi

Hükümetin ve patronların ekonomik krizin faturasını işçilere ve emekçilere ödetmeye kararlı olduğunu daha başından beri biliyorduk. Bunu sendikacılar da biliyordu. Patronlar azalan kâr oranlarını yükseltebilmek için işçilerin ücret ve sosyal haklarını törpüleme niyetindeydiler. Hükümet de bir yandan patronları bu yönde desteklerken, bir yandan da yağma düzenini ayakta tutabilmek için yeni vergiler salmakta ve kamu çalışanlarının sofrasına saldırmaya hazırlanmaktaydı. 

İşçi ve emekçi sınıfların verdikleri her mücadele, her kazanım veya yenilgileri kendinden sonraki mücadeleleri de etkiler. Bunu elbette patronlar da biliyor ve işte tam bu nedenle de, kamu işçilerinin ve emekçilerinin TİS görüşmeleri başlamadan önce, TÜPRAŞ işçilerinin sözleşme mücadelesine saldırdılar. Koç Holding’in üç yıllık sözleşme, vardiya sisteminde değişiklik ve mazeret izinlerinin azaltılması dayatmalarıyla tıkanmaya sürüklenen TÜPRAŞ’taki toplu iş sözleşmesi Yüksek Hakem Kurulu (YHK) tarafından Koç yönetiminin görüşmelerde geldiği noktanın da gerisinde bağıtlandı.

Ardından da Türk-İş bürokrasisinin ve satılık Memur-Sen’in ihanetleri geldi. Böylece hükümet ve patronlar  milyonlarca işçi ve emekçi açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmekle kalmadılar, ama aynı zamanda Eylül’de başlayacak olan metal işkolu sözleşmeleri için de kendilerine zemin hazırlamış oldular.

“DUR” demek gerekir

Metal patronlarının hedefi bu alt yapı üzerinde kurulu: Üç yıllık sözleşme, enflasyon altında kalan sadakalık ücret artışları, sosyal hak kesintileri, olumsuz vardiya ve izin düzenlemeleri. Kısacası işçilerin yoksulluğa mahkûm hallerinin kötüleşerek devamı.

Türk-İş ve Türk Metal bürokratlarının da, “bugünkü kriz koşullarında bundan daha iyisi olmaz” diyerek işçiye ihanet edeceklerini ve yeni bir satış sözleşmesi imzalayacaklarından kuşku duymamız için hiçbir neden yok. Zaten hükümetle imzaladıkları anlaşma bunun delili.

Bu noktada DİSK’e bağlı Birleşik Metal sendikasına büyük sorumluluk ve görev düşmekte. Metal işçisinin satılık sendika yönetimlerine karşı tepkisini örgütlemek ve iki yıl önceki Metal Fırtınadan çıkartacağı derslerle patronların ve hükümetin saldırısını durdurma mücadelesine önderlik etmekle yükümlü.

Ama bu iş sadece sendika yönetimlerinin kararlılığıyla olmaz. Metal işçisi mutlaka tabanda örgütlenmek, taleplerinde ısrarlı olmak ve bunun her meşru mücadelesini vermek durumunda. İşçilerin büyük çoğunluğu mücadeleye katılmadıkça başarı mümkün değil.

Bunun yegâne yolu da işyeri komitelerini kurmak ve geliştirmekten, temsilcilikleri ve sendika yönetimlerini denetlemek ve güçlendirmekten, meşru mücadele biçimlerini şimdiden hazırlamaktan geçiyor.

İşçi sınıfının önümüzdeki dönemdeki hayat koşulları, şu anda metal işçisinin vereceği mücadeleye ve kazanımlarına bağlı olacaktır.

Yorumlar kapalıdır.