Bazı olayların hayatlarımızda turnusol etkisi var.
Açık ki koronavirüs salgını tüm sistem için bu işlevi şimdiden gördü.
Kapitalizmin doğayla kurduğu ilişkiyi de insanla kurduğu ilişkiyi de tüm yönleriyle açık seçik ortaya serdi.
Kâr edilebilecekse her şeyin alınır-satılır olduğunu iddia eden politikalarıyla, sağlık hakkını bile iğdiş eden kapitalist devletlerin tercihlerinin bariz sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Ve bu sonucu yaratanlar, durumun bizzat sorumlusu olanlar, inkâr sürecinden hızla pazarlık sürecine geçtiler bile.
İddiaya göre “evde kalırsak”, “tedbirli olursak”, “hastalığa yakalanmazsak” ama tabii bu arada işimizi, faturalarımızı, kiramızı da aksatmazsak süreci en az hasarla atlatacaktık. Oysa gelinen noktada tüm kontrol çoktan yitirilmiş durumda.
Kamu yararına dönük sahici önlemler yerine, hayatta kalmanın patronların inisiyatifine ve bireysel risk ve fedakarlığa indirgendiği uygulamalarla karşı karşıyayız.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sistemin tüm boşlukları bu şekilde açığa çıkınca sürece yönelik dayanışma yol ve seçenekleri de zaruri bir arayış haline geldi. Komşumla nasıl dayanışabilirim, yaşlılara nasıl yardımcı olabilirim, evin maalesef hiç de güvenli bir alan olmadığı birçok kadına, çocuğa nasıl ulaşabilirim, işinden olanlar için ne yapabilirim, işine gitmek zorunda kalanlardan nasıl haberdar olabilirim, peki ya ben de işsiz kalırsam, o zaman kime nasıl ulaşabilirim? Ve daha nice soru…
Bu sorular ve bunlara çözüm arayışı ile gösterilen her değerli çaba ise doğrudan sistemin en çok vurduğu, parçaladığı yere, dayanışmaya ve örgütlenmeye işaret ediyor.
Kabul edelim, bugün birçok hakkımız zaten tehdit altında. Bu yeni bir durum değil, ama şimdi her zamankinden büyük bir tehdit, üstelik kapitalistler için sorumluluğu kolayca bir virüse yıkabilecekleri kadar büyük… Doğrudan yaşama hakkımıza dönük bir saldırı var. Virüs herkes için bir tehdit olabilir ancak elbette zaten eşitsiz durumda olan kesimler için; emekçiler, kadınlar, göçmenler, mülteciler için sonuçları hiç de aynı olmayacak. 16 milyon sigortalı işçinin, 7,5 milyon işsizin olduğu, ancak bazı sendika yöneticilerinin bile patronlardan lütuf beklediği koşullarda; elektrik, doğalgaz faturalarının bir ay ödenmemesini bile göze alamayan hükümetin, patronlar dışında hiç kimse için bir önlem sunmadığı ortada.
O zaman bu dayanışma ve örgütlenmeyi öncelikle en temel haklarımızdan başlayarak örebilmemiz gerekiyor.
Sağlık hakkımız, eğitim hakkımız, konaklama hakkımız, çalışma hakkımız ve içi boşaltılıp sermayenin kullanımına ve insafına terk edilen diğer tüm haklarımız için ücretsiz ve nitelikli koşulların sağlanması talebiyle ilerlememiz gerekiyor. Bugün virüs karşısında, yarın yine kapitalizmin yaratacağı bir dolu başka sorun karşısında tüm bu haklarımızı güvence altına almamız gerekiyor. Üstelik bu sefer bunu kimsenin insafına bırakmadan, kendi denetimimizde yani işçi ve emekçilerin denetiminde sağlamamız gerekiyor.
Bize akıl verenler sıkıştıkları yerde kendi OHAL’inizi ilan edin demeye kadar vardılar. Biz OHAL değil; hayatımız, geleceğimiz için güvenli ve güvenceli bir ortam ve şeffaflık istiyoruz. Bu asgari koşulu bile sağlayamayacaksanız, o zaman siz şöyle buyurun, biz seve seve yaparız…
İllüstrasyon: Angela Hsieh
Yorumlar kapalıdır.