Tiyatro emekçisi: “Haber bile verilmeden işten çıkartıldık”

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları bünyesinde çalışan yaklaşık 350 sanatçı ve teknik personel, ocak ayı ortasında keyfi bir şekilde yenilenmeyen sözleşmeleri nedeniyle Covid-19 sürecinde işsizliğe mahkûm edildi. Güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle işsizlik sigortasına bile başvuramayan bu çalışanlardan biri olan bir Devlet Tiyatrosu oyuncusuyla, Devlet Tiyatrolarındaki çalışma koşulları ve koronavirüsün yaşadıkları haksız sürece etkileri üzerine yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

Söyleşi: Sena Aydın

Merhaba. Bize biraz kendinden ve Devlet Tiyatrolarındaki çalışma koşullarından bahsedebilir misin?

Merhaba. Ben tiyatro oyuncusuyum. Eğitim dönemimi de işin içine katarsak 15 senedir bu mesleği yapıyorum. Benim gibi tiyatro ve oyunculuk bölümü mezunu çoğu meslektaşımın hayalidir Devlet Tiyatroları bünyesine kadrolu sanatçı olarak dahil olmak. Devlet Tiyatroları her beş senede bir yetenek sınavı açar. Bu yetenek sınavını kazanmanız halinde Devlet Tiyatrolarının kadrolu sanatçısı olursunuz. Yani devlet memuru olursunuz ve özlük haklarınız olur. Ancak bu sınav en son 2010 yılında açıldı. O yıldan sonra Devlet Tiyatroları bu sınavı hiç açmadı ve hiç kadrolu sanatçı alımı yapmadı.

Bu da demek oluyor ki 2010 senesinden itibaren kadrolu işe alım kalktı. O zamana kadar sadece sınavı kazanamayanlara uygulanan yevmiye sistemi Devlet Tiyatroları tarafından işe alınan herkese uygulanmaya ve herkese çalıştıkları gün başına ücret ödenmeye başlandı. Hâlâ öğrenci olup deneyim kazanmak için farklı projelerde yer alanlar “öğrenci sanatçı”, benim gibi mezunlar “mezun sanatçı”, mektepsiz olanlar da “figürasyon” sayılıyor. Aldığımız yevmiyeleri bu kategoriler belirliyor, sigortamız da buna göre yatıyor, tam yatmıyor yani hiçbir zaman. Şöyle söyleyeyim, benim bir süredir Devlet Tiyatroları kapsamında oynadığım oyunda tek bir kadrolu sanatçı yoktu. Şu an kadrolu kalan oyuncu sayısı toplam oyuncuların sadece %30’u civarında.

Bu yeni çalışma sisteminin bizler için olan güvencesizliği, sistem tıkır tıkır işliyor olsaydı bile zaten ortada ama sistem de tıkır tıkır işlemiyordu elbet. Bir bakan ya da tepeden biri rica etti diye geri plana itilen ve gösterim sayısı azaltılan, pat diye dünden bugüne kaldıran, günü ve saati değiştirilen oyunların da kurbanı olduk. Bir anda ortada kaldık ya da düzenli oynadığımız oyunun bir telefonla günü ve saati değişince içinde yer aldığımız başka projelerle çakıştı ve mağdur edildik. Ya da yevmiye aldığımızdan oyunumuzun bize söz verilen gösterim sayısı bir anda yarıya düşünce ekonomik olarak sıkıntıya düştük. Ancak çat pat mesleğimizi yapmamıza izin veriliyordu diyebilirim.

Oynadığımız sahnelerin oyunlara uygunsuzluğu, alınmayan güvenlik önlemleri vs. nedeniyle şansa atlattığımız pek çok iş kazası vakasına, Hazine’ye bağlı olan Kültür Bakanlığı kapsamındaki Devlet Tiyatrolarının “para yok” diyerek belirli oyunların yurtdışı festivallere gitmesinin önüne düzenli olarak şu ya da bu nedenle set çekmesi gibi durumların detaylarına hiç girmeyeyim zaten.

Anlıyorum. Çalışma koşullarınız eğitim sektöründe çalışan ücretli öğretmenlerin durumuyla çok benzerlik gösteriyor görebildiğim kadarıyla. Bu bağlamda, 2018’de başlayan Devlet Tiyatroları kapsamında çalışan mezun oyunculara ve teknik personele dair yasa değişikliği sürecinden de biraz bahseder misin?

Bizim 2010’dan beri devletle süreli bir sözleşmemiz yoktu, yani bizi proje bazlı sözleşmelerle çalışan gündelik işçiler gibi düşünebilirsin. Haftanın 6 günü çalışıyorduk ve bir oyunu sabah ve akşam olmak üzere iki kez oynasak da tek gün yevmiyesi alıyorduk örneğin.

Devlet mağduriyetimizi “anlamış” olacak ki, 2018 yılında Devlet Tiyatrosunda çalışan mezun sanatçıların ve teknik ekibin sözleşme kapsamına alınarak maaşa bağlanmasına dair bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartıldığı açıklandı. Bu kararname kadrolu olmamız anlamına gelmiyor tabii, yani gene özlük haklarından mahrum kalıyoruz. Sadece Devlet Tiyatroları’na bir dilekçeyle başvurarak yevmiye sisteminden senelik sözleşme sistemine geçebiliyoruz ve bu şekilde en azından devletten düzenli aylık maaş almamız garanti altına alınmış oluyor. Ama 1 sene sonra bu sözleşmenin yenilenip yenilenmeyeceğinin gene garantisi yok.

Bu kararname ancak bir sene sonra 25 Aralık 2019’da Cumhurbaşkanının imzasıyla yürürlüğe girdi, daha çok yeni yani. Hepimiz hemen dilekçe yazıp bu süreli sözleşme kapsamına girmek için “sözleşmemizin yenilenmesi” talebiyle Devlet Tiyatroları’na başvurduk. Ben ve beraber çalıştığım oyun ekibim güvenlik soruşturmasından temiz çıktık. Ama örgütlü olduğu için, davası olduğu için, “bir yanlış anlaşılma” olduğu için sarı zarf alan ve kurum dışına alınan oyuncular da var.

Ben sarı zarf almadığım halde hiçbir açıklama yapılmadan sözleşmesi yenilenmeyen ve oyunu iptal edilen 350 tiyatro emekçisinden biriyim. Şöyle söyleyeyim, bize haber bile verilmedi. Biz 15 Ocak’ta arkadaşlarımıza sözleşme gelip bize gelmeyince anladık durumu. Bu durum karşısında resmi makamlardan bize sadece gayriresmi açıklamalar yapıldı ve bahaneler sunuldu. Biz, 16 Ocak 2020’de Devlet Tiyatroları’na “tarafımıza resmi bir açıklama yapılması ve acilen sözleşmelerimizin yenilenmesi” talebiyle tekrar bir dilekçe yazdık, ancak buna da hiçbir dönüş alamadık. Bu süreçte Devlet Tiyatroları yeni ve daha önce bünyesinde hiç çalışmamış sözleşmeli oyuncu alımı da yaptı.

Tam anlamak için soruyorum, bu yeni kararname kapsamında “sözleşmeniz yenilenmezse” yevmiyeli oyuncu olarak çalışmaya devam edebiliyor musunuz?

Hayır, bu kararnamenin yürürlüğe girmesiyle mezun sanatçılar ve teknik personel için yevmiye sistemi kalktı. Bizim şu an Devlet Tiyatroları ile ilişiğimiz kesildi. Kısacası, gerekçe gösterilmeksizin ve haber bile verilmeden işten atıldık. Zaten güvencesiz çalışıyor olduğumuz için hiçbir şekilde tazminat ve işsizlik maaşı gibi haklardan da yararlanamıyoruz.

Ama bu yeni kararname misafir sanatçıları ve figürasyonları kapsamıyor. Onlar hâlâ yevmiye sistemiyle çalışıyorlar.

Neden kapsam dışı bırakıldınız sence?

İnan bilmiyorum. Sarı zarflarla kendi politik hatları çerçevesinde bir “temizlik” zaten yaptılar ama biz sarı zarf almadık. Yaptığımız işler birilerine dokundu desem… Dokunsaydı muhtemelen şimdiye kadar çoktan dokunurdu. Bu süreçte Devlet Tiyatrolarının kendi bünyesinde daha önce hiç görev almamış yeni personel alımı da yaptığını düşünürsek muhtemelen birilerinin adamlarına yer açmak için keyfi bir eleme yapıldı ve piyango bize patladı diye düşünüyorum. Liyakat pek rastlanan bir kavram değil zaten bizim sektörümüzde.

Peki koronavirüs süreci sizi ve genel olarak tiyatro oyuncularını, sanatçıları nasıl etkiledi? Beklentileriniz, talepleriniz neler?

Bize, yani sözleşmeleri yenilenmeyen 350 tiyatro emekçisine, Devlet Tiyatrolarına ilk dilekçemizi verdiğimiz günden itibaren geçen 60 gün içerisinde cevap alamadığımız için resmi olarak dava açma hakkı doğdu. Biz tam bu yasal sürecin başındayken koronavirüs yayıldı ve bu nedenle yargı süreci de durma noktasına geldiğinden davamız ne hızla ilerleyecek bilmiyoruz. Kelimenin tam anlamıyla ortada kalmış olduk. Ne bir gelirimiz var ne de hakkımızı arayabiliyoruz. Sezon ortasında işten çıkartıldığımız için zaten koronavirüs salgını olmasaydı bile kendi sektörümüzde iş bulmamız oldukça zordu. Şimdi salgın koşullarında kendi sektörümüzü geçtim, hiçbir sektörde iş bulabilmemiz mümkün değil. Bizim de ödenecek kiramız, faturamız, borcumuz, yemek masrafımız var; bunlarla baş başayız şu an. Temel talebimiz ise acilen sözleşmelerimizin yenilenmesi ve maaşlarımızın yatmaya başlaması.

Genel durumdan bahsedecek olursak da Devlet Tiyatroları kadrolu oyuncuları ve yeni çıkan kararnameyle süreli sözleşme kapsamına geçebilen oyuncular bu dönemde maaşlarını alıyorlar ve sigortaları yatıyor. Bildiğim kadarıyla Şehir Tiyatrolarında sözleşmeli çalışan meslektaşlarım da maaşlarını alıyor. Ancak Devlet Tiyatroları kapsamında hâlâ yevmiye usulü çalışanlar maaş alamıyorlar, bu süreçte onlar da işsiz kalmış oldu.

Aynı durum özel tiyatrolarda çalışan meslektaşlarım için de geçerli. Onlar da bu süreçte işsiz kalmış oldular ve herhangi bir gelirleri yok. Bu keza pek çok farklı dalda bizim gibi güvencesiz çalışan çoğu sanatçı için böyle. Örneğin müzisyenler. Konserler ve etkinliklerin hepsi iptal olunca dolayısıyla onlar da ortada kaldı. Kimse “biz size söz vermiştik, paranızı ödeyelim” demiyor.

Bir de şöyle bir parantez açmak istiyorum. Sözleşme kapsamına girebilen meslektaşlarımız da şu an Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ya da Bölge Müdürlükleri tarafından aranıyor ve onlardan koronavirüs sürecinde kendilerini mağdur etmedikleri için Cumhurbaşkanına ve Kültür Bakanlığı’na teşekkür ettikleri videolar çekmeleri “rica” ediliyor. “Bu süreçte bizleri de unutmadığınız için çok teşekkür ederiz Sayın Cumhurbaşkanım. Evimizdeyiz, güvendeyiz” deyin gibi çok spesifik dikteler veriliyor. Yani sosyal medyada bu tarz videoların döndüğünü görürseniz bilin ki bu videoların arkasında işten atılma korkusu var.

Meslek dalında herhangi bir sendikaya üye olmayı hiç düşünmedin mi?

Düşündüm. Örneğin KESK’e bağlı Kültür Sanat-Sen var Devlet Tiyatrolarındaki kadrolu oyuncuların bağlı olduğu. Oyuncular Sendikası’nı da duydum. Ama biz kadrolu olmadığımız ve yevmiyeli çalıştığımız için zaten resmi olarak bir sendikaya üye olamıyorduk. Ama KESK’le resmi olarak bağımız olmasa da bu süreçte bizi destekliyor, avukatımızı karşılıyorlar. Buna rağmen aramızdan birkaçımız dava bile açamadı ekonomik nedenlerden. KESK ve avukatımız ne kadar yardımcı olmaya çalışsa da bir dosya açma parası 500 TL, vekalet parası 180 TL. Bu, şu an pek çoğumuz için denkleştirmesi imkânsız bir miktar.

Bir de biz o kadar yoğun çalışıyorduk ve sektör içerisinde o kadar savruluyorduk ki… Kendim ve çevremdeki meslektaşlarım adına konuşursam, sendikaları geçtim, kendi aramızda bile örgütlü bir mücadele yürütecek, buna kafa yoracak gücümüz, zamanımız olmuyordu. Bu sürecin belki de tek pozitif tarafı bu oldu diyebilirim; biraz örgütlenmeye, beraberlik bilinciyle hareket etmeye, hakkımızı aramaya başladık.

Hem özel sektörü hem de Devlet Tiyatrolarını içine alarak soracak olursam bir kadın oyuncu olarak karşılaştığın zorluklar neler?

Bu o kadar acıtan bir soru ki! Öncelikle şunu söyleyeyim. Oyunculuk aslında dünyanın en eski mesleklerinden biri ve ciddi disiplin, çalışma ve adanmışlık gerektiriyor, ama Türkiye’de oyunculuk diye bir meslek tanımı bile yok neredeyse. “Hallederiz ya, ne var bunda yapamayacak, herkes yapar” şeklinde algılanıyor bizim mesleğimiz, özellikle de kamera önünde. Benzer mağduriyet kamera arkasında da var. Dolayısıyla “biri gider biri gelir” anlayışına dayalı bir düzene tabiyiz. Sorduğun soruya dair basit bir örnek vermek gerekirse, benim çok feminen bir yapım ve görünüşüm yok mesela. Bir menajerlik iş görüşmesinde, menajerin arkadaşı erkek bir oyuncu bana “Sen ne biçim kadınsın, biz sana nasıl kadın rolü verelim” dediğinde bu kendi başına yetmezmiş gibi, odadaki diğer erkek de “Abi oyuncu değil mi, ver altına bir topuklu oynasın” yorumunu yapmıştı. Bu bile hem mesleğimizin anlaşılamamış olmasına hem de sektördeki kadın oyunculara bakışı özetliyor sanırım. Ya da hatırlarsınız zamanında değerli bir kadın sanatçımızın erkek bir yönetmenin elini sıkmaması olay olmuştu. Bunu bir erkek yapsa bu kadar olay olur muydu? Kadının “ben buradayım” demesi nedense hep rahatsızlık meselesi oluyor. Kadınların hep bir açığı aranıyor, fiziksel görünüşümüz üzerinden hep bir toplumsal baskıya maruz kalıyoruz ve objeleştiriliyoruz.

Oyunculuk dediğimiz meslek bir noktada hem halkın nabzını tutuyor hem de halka örnek teşkil ediyor ve topluma işlemiş ataerkil sistem her şeyi etkilediği gibi sanat anlayışını da etkiliyor. Genel anlamda konuşursak dizilere bir bakın mesela: Olayları hep erkekler çözüyor, hikâyeler hep erkekler üzerinden dönüyor. Toplumsal cinsiyet normlarını sorgulamak yerine körüklüyoruz. Yani, çocukların özendiği, toplumun kafasındaki “erkeklik” protein tozlarına dayalı bir kabadayılık dizilerde. Kadınlara biçilen rolleri düşünürsek de sadece kişiliğiyle, kendi hayatı ve tercihleriyle var olan kaç tane kadın karakter var bugün mesela? İllaki ya aşık oluyoruz ya anne oluyoruz ya da mağdur olup şiddete, tecavüze uğruyoruz senaryolarda. Sanki bunlar olmadan var olmamız, başka bir şey yapmamız mümkün değil bizim!

Çalışma koşullarımızın güvencesiz olduğunu, liyakata dayanmadığını, günün adamlarının istekleri doğrultusunda şekillendiğini belirtmiştim zaten. Bu “günün adamlarının” da kadın olduğu hiçbir dönem görmedim ben.

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?   

İçinde bulunduğumuz bu güvencesiz sistem Devlet Tiyatrolarını bitirmeye dönük bir sistem. Birkaç yıl önce TÜSAK yasası (Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi) getirilmeye çalışılmıştı, bunu tepkiler sonrasında geri çekmişlerdi. Şimdi yürürlüğe giren kararnameyi “mezun sanatçıların durumunu iyileştirdik” diye lanse ediyorlar. Halbuki bu kararname bizim açımızdan fiilen TÜSAK’ın ilk adımlarını atan, özlük haklarını artık tamamen ortadan kaldıran bir düzenleme.

Vakit ayırdığın için teşekkürler.

Yorumlar kapalıdır.