“Sürü gözetimi”ne hayır!

Bir teranedir tutturuldu: Salgından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak(mış). Tabii bu, kimin söylediğine bağlı. Böyle diyen niyetini belli ediyordur. Hükümet ve patronlar bunu deyince, işçiler ve emekçiler olarak saçlarımız diken diken oluyor. Çünkü bizlere pek de “güzel” bir gelecekten söz etmemiş oluyorlar.

İşsizlik, enflasyon, ücretlerin yetersizliği, sendikasızlık veya sendikalaşma çabalarına saldırılar, güvencesiz çalışma… Zaten saldırı üzerine saldırı altındayız. Şimdiye kadar bir sınıf olarak kazanılmış haklardan geriye pek bir şey kalmadı; kalanlar da sürekli baskı ve tehdit altında. Bu yüzden devletin başındaki de “artık eskisi gibi olmayacak” dediği zaman, salgın sonrasında yeni bir saldırı dalgasının haberini verdiğini anlıyoruz.

Emekçiler olarak elimizde kalan ekonomik ve sosyal haklara yeni saldırılar beklememiz hiç de yersiz değil. Zaten koronavirüs salgınından önce dünya ve Türkiye ekonomisi baş aşağı gidiyordu. Ücretlerin ve sosyal hakların bütün yetersizliğine rağmen, bizzat kapitalizmin bünyesinden kaynaklanan nedenlerden ötürü patronların kâr oranlarında düşüş eğilimleri vardı. Salgın bu krizi iyice tetikledi. Sermayedarlar ve hükümet bu krizin faturasını emekçilere ödetmeye hazırlanıyorlar. Hani, “pandemiyi fırsata çevireceğiz” diyorlar ya, işte o. Bunu bilelim. Daha fazla işsizlik ve yoksulluk girdabıyla karşı karşıyayız.

Ama sadece o da değil. Bizleri beklemekte olan saldırının bir başka veçhesi daha var. Hepimiz devletin doğrudan takibi altında olacağız. Neredeyiz, kiminle birlikteyiz, “büyük biraderin” gözü hep üzerimizde olacak. Buna hazırlanıyorlar.

Şu anda “büyük gözetim” virüs nedeniyle başlatılıyor. Virüsün yayılmasını önlemek için karantina ve hastalık takibi amacıyla uygulanacağını söylüyorlar. Takip, cep telefonlarına indirilecek bir uygulama aracılığıyla yapılacak, çeşitli ülkelerde uygulanmaya başladı bile. Bu yöntemin kişinin kendi iradesiyle uygulamayı cep telefonuna indirmesi halinde geçerli olacağı söyleniyor, ama hastalanmaktan korkan pek çok kişi de şimdiden bunu kabul etmiş durumda.

Çin, Güney Kore, Singapur, İsrail gibi demokrasileri çok, hem de çok şaibeli bazı ülkelerde bu yöntemin uygulaması başlatıldı. Fransa’da insanların her an merkezden izlenebilmesinin kişi mahremiyetine aykırı olup olmadığı tartışılıyor; hükümet çevreleri uygulamadan yana. Bu sisteme geçişin ön denemeleri olarak pek çok ülkede güvenlik makamları şimdiden telefon mesajlarıyla takip işlemlerini başlatmış durumdalar. Türkiye’de de telefonlarına bulundukları alandan uzaklaştıklarına dair SMS mesajları düşenler var. Üstelik, hükümet yetkilileri övünçle “yerli ve milli” izleme uygulamalarının hazırlanmakta olduğunu söylüyorlar.

Şimdi hastalık gerekçesiyle gündeme getirilmekte olan bu izleme yöntemi, zaman içinde “normalleştirilerek” kalıcı hale getirilebilecektir. Hasta ol veya olma, nerede olduğun, yakınında kimlerin bulunduğu sürekli bir takip ve gözetim altında olabilecektir.

Bir düşünün: Hangi sendikaya veya partiye girip çıkıyorsun; greve veya direnişe katılıyor musun; kimlerle nerelerde görüşüyorsun; nerelere seyahat ediyorsun; hangi lokallere, derneklere, kafelere girip çıkıyorsun; hangi toplantılara katılıyorsun; orada kimler var… Bunların hepsi takip edilebilecek, kayıt altına alınabilecek.

Demokrasisi askıya alınmış Tek Adam rejimi altında zaten zor nefes alan emekçiler katmerli baskı altına sokulacaklar. Bunun farkında olalım. Ve bu baskı yöntemine, “ben telefonuma bu uygulamayı indirmem” diyerek bireysel olarak karşı koyamayız. Gerekirse uygulamayı bir gecede bir “torba yasa” içinde zorunlu hale getirebilirler.

“Büyük birader gözetimi”ne emekçi sınıflar olarak, insani, demokratik ve politik haklarımızı korumak üzere toplu halde karşı durmaya hazırlanmalıyız.

Yorumlar kapalıdır.