Kötünün iyisini tercih etmeye mahkûm değiliz
Ülke yangın yerine dönmüş durumda. Pandemi bütün hızıyla sürüyor, hastaneler dolup taşıyor. İstihdam bir yıl içinde 2,5 milyon azaldı ve işsizlerin sayısı 18 milyona dayandı. Asgari ücret artık açlık sınırının altında kaldı. “Müjdeler” karın doyurmaya, çocuk okutmaya, iş bulmaya yetmiyor. Emekçiler arasında hoşnutsuzluk yaygınlaşıyor, AKP-MHP koalisyonunun hem parti kadroları hem de anketlerdeki destekçileri eriyor. Tek Adam’ın aldığı herhangi bir seçim kararı yok, ama ortalıkta erken seçim havası esiyor.
Ekonomik yıkımın ve politik gerilimin bu denli arttığı koşullarda, seçim olsun veya olmasın, işçi sınıfının ve özellikle onun sendikal ve politik bakımlardan ileri kesimlerinin çok dikkatli olmaları gerekiyor. Zira ortam, emekçiler açısından hem büyük tehlikelerle hem de ciddi fırsatlarla dolu. Bu açıdan farklı sınıfsal kesimlerin niyetlerini ve eğilimlerini belirlemeye çalışmalıyız.
İktidar bloku
İktidardaki Cumhur İttifakı’nın çevresinde artık yakından tanıdığımız bir patronlar çetesi yoğunlaşmış durumda. İnşaat, enerji ve silah sektörleri ile bazı finans alanlarında müthiş kârlar elde eden bu tekelci patronlar grubu (oligarşi), devletin tüm imkânlarından (krediler, ihaleler, özelleştirmeler vb.) yararlanıyorlar. Sağlık, eğitim ve turizm alanlarındaki bazı büyük patronlar da bu kesime yapışmış durumdalar (ya da yapışmaya çalışıyorlar).
Bu kesimler devletin kamu hizmetlerine ilişkin ihalelerini (“mega projeler”) tercihli olarak üstleniyorlar ve “üretimlerini” devlete satıyorlar. Devletin hazinesini boşaltıyorlar. Devletin yayılmacı, saldırgan politikalarından en fazla yararlanmaya çalışan da yine bu kesimler. Suriye, Libya, Kuzey Irak, (belki yarın Ermenistan) ne kadar yıkıma uğrarsa, denizlerde ne denli savaş rüzgârları estirilirse inşaat, silah ve enerji patronları o kadar kâr ediyor. İktidar blokunun bütün milliyetçi, Osmanlıcı afra tafrası, kafa karışıklığı yaratarak ve antiemperyalist duyarlılıkları okşayarak emekçi halk arasında patronların istediği bu yayılmacı ve saldırgan politikalar için destek bulmaya yönelik.
Bu kesim, seçimle veya seçimsiz, her yöntemle iktidarda kalmaya çalışacaktır. Şimdilik, dini ve etnik duyarlılıkları kışkırtarak, uyduruk “müjdeler” vererek, ama bir yandan da polisiye ve adli baskılarla, tabanındaki erimeyi durdurmaya, hatta taraftarlarını çoğaltmaya çalışıyor. Ülke kaynaklarını yağmalamaya devam edebilmek için çeşitli karşıdevrimci girişimlerden “milli uzlaşı hükümetleri” seçeneklerine dek her türlü yönteme başvurabileceklerini bilmemiz gerekiyor.
Meclis muhalefeti
“Parlamento muhalefeti” diye adlandırabileceğimiz bu kesim esas olarak CHP, İYİ Parti ile Saadet, Deva ve Gelecek partilerinden oluşuyor. Bunlara HDP’yi de katarsak, hepsinin ana hedefinin, Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı iktidardan uzaklaştırmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu kesime “parlamenter muhalefet” dememizin bir nedeni, aralarında bazı küçük farklılıklar olmasına rağmen hepsinin Tek Adam sistemine son verilerek “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” geçilmesini istemeleri. Onları böyle adlandırmamızın bir diğer nedeni de (bazı bakımlardan HDP dışında), muhalefetlerini sadece meclis içinde sürdürmeleri ve umutlarını sandığa bağlamış olmaları. Cumhur İttifakı’nın seçim yaptırmaksızın veya seçimlerde hile yaparak iktidarda kalmaya girişmesi durumunda, muhalefetin ne yapacağına dair bir öngörüsü veya stratejisi yok.
RTE çevresinde kümelenmiş yandaş patronların dışında kalan sermaye kesimlerinin umutlarını bu muhalefete bağladığı oldukça açık. Zira bu kesimler sadece devlet desteğinin, kredilerin ve ihalelerin dışında kalmakla kalmıyorlar, aynı zamanda Tek Adam rejiminin hukuksuzluğunun, dışarıdan sermaye (emperyalist sermaye) girişini engellediğini de söylüyorlar. Dolayısıyla da iktidarın ekonomiye yandaşları lehine müdahale etmemesini, serbest piyasa işlerliğine dokunmamasını talep ediyorlar. Oligarşinin yaptığı gibi ranta değil, üretime yatırım yapılsın diyorlar. Ama bu liberal politikaların, mevcut Tek Adam rejimi altında işletilmeyeceğini bildikleri için de sistemin değişmesini istiyorlar.
Tabii bu muhalefetin içindeki CHP’nin bazı farklı yanları da var. Ekonomide liberal politikaları CHP de savunuyor, ama onun yanı sıra “sosyal devletçilik” diye adlandırdıkları, esas olarak halkın yaşam düzeyini biraz daha iyileştirici uygulamaları da programlarına alıyorlar. Özgürlükleri, diğer muhalefet partilerinden daha güçlü biçimde seslendiriyorlar. HDP de benzer halkçı söylemler geliştiriyor; ama esas olarak da (başka partilerin yapmadığı şekilde ve haklı olarak) Kürt halkının sorunlarına ağırlık veriyor.
Emek cephesi
Bu muhalefet konusunda tüm emekçilerin dikkat etmesi gereken bir husus var: Bu partilerin hiçbiri, sermaye sisteminin (kapitalizmin) dışında, işçi-emekçi yığınların lehine yeni bir sistem önermiyor. Tek Adam rejiminden şikâyetçi olan liberal patronlar, işçi ve emekçi sınıfları kendi yanlarına almak istiyorlar. “Hak, hukuk, adalet” benzeri sloganlar, çalışanların ekonomik koşullarını düzeltmeye yönelik öneriler bu amaca hizmet ediyor.
Eğer emekçiler kesiminde kapitalist partilerin dışında güçlü bir parti bulunsaydı, iktidar ve muhalefet partilerinin programları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar çok daha net olarak görülebilirdi. Zira ülke düzeyinde iyi örgütlenmiş ve güçlü bir işçi-emekçi partisi, ekonomik krize karşı taleplerini çok daha yaygın olarak duyurabilirdi: Örneğin, asgari ücretin (emekli maaşları dahil) sendikalar tarafından belirlenecek yoksulluk düzeyinin üzerine çekilmesi; işten çıkarmaların yasaklanarak tüm işlerin çalışabilen nüfus arasında paylaştırılması; en zengin yüzde 1’den yüzde 20 servet vergisi alınması; geliri olmayan herkese asgari yaşam geliri sağlanması; işyerlerinde iş güvenliği ve sağlığının işçilerce denetlenmesi; kapanan işyerlerinin işçi denetiminde kamu tarafından işletilmesi; sağlık ve eğitim hizmetlerinin tamamen parasız hale getirilmesi; planlı ve işçi denetimi altında bir merkezi ekonomi politikası…
Öte yandan, muhalefet kesimindeki bazı partiler yeni bir anayasa istiyorlar. Bu noktada da emekçi kesimin derhal öne çıkarak, böyle bir demokratik anayasanın, emekçilerin ağırlıkta olduğu bir Kurucu Meclis tarafından yapılması gerektiğini duyurmalı. Zira, sendikalaşma hakları ayaklar altına alınanlar, grevleri yasaklananlar, protestoları TOMA’larla ezilenler, mahkemelerde sürüklenenler, madenlerde tekmelenenler, eşit işe eşit ücretten mahrum edilenler, işyerlerinde tacize uğrayanlar, çocuk yaşta atölyede ve tarlada çalışmaya mahkûm edilenler… Bunların hepsi işçi ve emekçi. Demokrasiye en çok onların ihtiyacı var.
Bu gerçekleri ve talepleri ileri süren bazı sendikalar, işçi partileri ve emekçi örgütleri yok değil. Var, ama dağınık durumdalar. Bunların bir araya gelerek bir işçi-emekçi cephesi kurmaları durumunda, çalışan sınıflar içindeki ağırlıkları hızla ve katlanarak büyüyebilir. Böylece, emekçi halk, gerçekten emekten yana bir seçeneğin varlığına tanık olacaktır. İşçi ve emekçi kitleleri, sermaye sınıfları arasında “kötünün iyisini” tercih etmekten kurtaracak ve kendi kaderlerini kendi ellerine almalarını sağlayacak yegâne çözüm de budur.
Yorumlar kapalıdır.