Moria’da yangın var!

Eşi görülmemiş bir insanlık kriziyle karşı karşıyayız. Midilli Adası’nda bulunan Yunanistan’ın en büyük mülteci kampı Moria’da hâlâ tespit edilemeyen bir nedenden dolayı yangın çıktı ve kamp kül oldu. Çocukların da dahil olduğu binlerce mülteci yangından canını zorla kurtararak yollara döküldü ve yolda polis barikatları ve biber gazıyla karşılaştı. Çünkü kamp bölgesini terk etmeleri ve şehir merkezine inmeleri yasak.

İnsan kaçakçılarıyla süren pazarlıkların sonucu açlığa yenilmeden denizde boğulma tehlikesini aşabilen yığınların, daha güvenli bir yere ilerlemeye çalışırken ilk durağı Midilli Adası. Burası, Türkiye ve Avrupa hükümetleri açısından ise anakaraya ulaşamayan binlerce insanın tel örgülerle çevrili kamplarda kaderlerine terk edildiği ideal bir tampon bölge. Yoksa 2 bin 800 kişi kapasiteli bir kampta 13 bin kişinin tehcir halinde yaşıyor olmasının başka bir açıklaması olamaz. Koronavirüs vakalarının ortaya çıkması nedeniyle tamamen karantina altına alınan, en temel hijyen koşullarının dahi sağlanmadığı bu mülteci kampında yangının neden çıktığını bilmek de mümkün gözükmüyor.

Avrupa Birliği’nin ve bölge hükümetlerinin bu insanlık krizine bakış açısı en başından beri mülteci yığınları kamplarda bir arada tutmaktı. Ancak bu “kamp politikası” bile masraflı geliyor ki mültecilerin insani koşullarda barınma, sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaçları bile karşılanmıyor. Geçen sene henüz pandeminin ortaya çıkmamış olduğu dönemde Moria kampında mültecilerle yapılan bir röportajda, kampta 7 bine yakın çocuğun yaşadığını ve çocukların “ölmek istediklerini” söylediklerini okumuştuk.

AB ülkeleri ve Türkiye gibi bölge hükümetleri kayıtdışı ve çok ucuza çalıştırabildikleri ölçüde göçmenlerin sırtından ek kârlar elde ediyorlar; ancak kampların masraflarını kimin ödeyeceği konusunda birbirlerine girmiş durumdalar. Bugün kamplarda en temel insani ihtiyaçların karşılanması hükümetlerin masraf yapmasını gerektiriyorsa, bu masrafların zorla göçe neden olan, başta silah üreticileri olmak üzere işgalci politikaları uygulayan kapitalistlerce karşılanması gerektiğini söylüyoruz.

Bizler mültecilerin sınıf kardeşleri olarak onlardan çok farklı durumda değiliz. Dardanel işçileri valilik kararıyla evlerine gidemiyor ve fabrikada yaşıyorlar; Vestel’deki işçiler adeta toplama kampı koşullarında çalışmaya zorlanıyorlar. Bizler her işçinin, her emekçinin sınırlardan bağımsız olarak dünyanın her yerinde insanca yaşama ve çalışma hakkına sahip olduğunu savunuyoruz. İşçiler, emekçiler olarak kaderlerimizin mültecilerle ortak olduğunu görmemiz şart; kendi hak ve özgürlüğümüz için olduğu kadar mültecilerin hakları için de mücadele ederek sesimizi yükseltmemiz gerekiyor.

Yorumlar kapalıdır.