D vitamini ve kapitalizm
Antik çağlardan bu yana, insanlık D vitamini olarak tanımlanan maddenin kendileri için önemli olduğunun farkındadır. Mesela Hipokrat, yaşamak için en elverişli yerlerin gün ışığını yıl boyunca en fazla alan kuzey yamacında güneye bakan evler olduğunu söylemiştir. Kuşkusuz 1900’lere kadar D vitamini eksikliğinin neden olduğu hastalıklarla mücadele için türlü türlü yollar denendi ama bunun asıl nedeni tam saptanamamıştı. Raşitizm ve devamında gelişen osteomalasi ve osteoporoz, o zamana kadar deneysel yöntemlerden çıkan ampirik sonuçlarla tedaviye edilmeye çalışıldı. 1922 yılında, McCollum tarafından yürütülen deneylerde, A ve D vitaminlerine dair kanıtlar bulunmuş. 1928 yılında ise Alman kimyager Windaus tarafından D vitaminin kimyasal yapısı çözülmüş ve bu buluş kendisine Nobel Kimya Ödülü’nü kazandırmıştı. O tarihten beri D vitaminine bağlı bilinen kemik hastalıkları D vitamini tedavisi sayesinde ciddi bir şekilde azalmıştı, ta ki 2000’lerin başına kadar.
Başıma gelen
Bendeki D vitamini eksikliği işyeri hekimimin 4 sene önce standart kontrollerin yanında bir de buna bakalım demesiyle çıkmıştı. Sağlıklı bir yetişkinde hidroksi-25 D vitamini 30 ng/ml olması gerekliyken bende yapılan ölçümlerde 18 ng/ml çıkmıştı. O zamanlar “bana bir şey olmaz, nasıl olsa düzgün besleniyorum” kafasıyla yaşarken, aslında bu önemli bir uyarıydı. D vitamininin vücut tarafından sentezlenebilmesi sadece ve sadece dik gelen güneş ışınlarıyla oluyor ve ihtiyacımızın %95’ini bu sayede alıyoruz, geri kalan %5 ise yağlı balık ve karaciğer başta olmak üzere çeşitli besinlerle geliyor. Tedavisi de oldukça basit olan bu yetersizlik aslında birçok soruna sebep olmakta. Geçmişten beri bildiğimiz kemik hastalıklarının yanında sinir sisteminden bağışıklık sistemine kadar birçok sistemden ya sorumlu ya da takviye edici rol üstleniyor.
2000’lerle ne değişti?
Çağımızda yaygın D vitamini eksikliğine 3 temel neden sebep oluyor: güneş ışığına az maruz kalma, yanlış beslenme ve yaşlanma. Bendeki durumun da aslında ilk ikisinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum, üçüncüsü için o zamanlar daha gençtim. Tüm gün plazalarda güneş görmeyen, çalışma saatleri düzensiz yıllar geçirdim, bunun yanında dengesiz beslenmeyi çağımızın belası fast food ile de taçlandırdım. Tüm bunlar, D vitamini eksikliğini ortaya çıkardı. Aslında tüm bu faktörler 2000’li yıllardan itibaren artan raşitizm ve buna bağlı kemik hastalıklarını da açıklayabilir. Krizler ve yaygın yoksulluk ve tüm bunlara bağlı doğadan ve güneşten kopuk yaşamlar tekrardan D vitamini eksikliğini ve kemik hastalıklarını hortlattı.
Korona ile yaşadığımız sağlık sistemi buhranı aslında bize hiç de insancıl bir düzende yaşamadığımızı hatırlatıyor. Diyelim ki koronanın ilacı bulundu, aşısı keşfedildi; ama bu bir sonraki pandemiye kadar, yani ufacık bir süre için rahatlatacak. Kapitalizm için hastalıklarla mücadele veya insanlığın refahı hiçbir zaman asıl hedef olmayacak, bunu D vitaminin keşfinden günümüze kadar olan süreçteki kötüleşmeden de rahatlıkla anlayabiliriz.
Yorumlar kapalıdır.