Deprem yine emekçileri vurdu

İzmir’de gerçekleşen 6.9 büyüklüğündeki depremin bilançosu ağır oldu. Bu satırlar yazılırken tespit edilebildiği kadarıyla, 28 kişi hayatını kaybetti, 885’den fazla kişi yaralandı. 17 binanın yıkıldığı depremde en ağır bedeli yine emekçi, yoksul kesimler ödedi. Depreme dayanıksız, riskli konutlarda yaşamaktan başka seçeneği olmaya emekçi aileler can kayıpları yaşarken, pek çok binada ağır hasarlar oluştu.

Gerek İzmir’in, gerekse de Türkiye’nin birçok şehrinin deprem bölgesinde yer aldığının hepimiz farkındayız. Sadece bu senenin başında Elazığ’ı ve Malatya’yı vuran depremde 41 vatandaşımızı yitirmiştik. İzmir’de ise en son üç sene önce 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti. Buna karşın, 18 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin bütün bu süreçte depreme karşı en küçük bir önlem dahi almadığı, her örnekte yeniden karşımıza çıkıyor. Yalnızca yıkılması gereken ve emekçi halka tahsis edilmesi gereken güvenli konutlardan bahsetmiyoruz. Depremin ardından çok büyük önem taşıyan afet yönetiminin dahi hükümet tarafından planlanmadığı anlaşılıyor. İnşaat Mühendisleri Odası’nın vurguladığı gibi, depremin ardından ulaşımın koordine edilememesi, trafik akışının yönetilememesi, arama kurtarma çalışmalarını aksatırken, toplanma alanlarının dahi gerekli koşulları sağlayacak biçimde ve yeterli miktarda tespit edilememiş olması, hükümetin içinde bulunduğu acizliğin vahim göstergeleri.

Sadece 10 ay önce, Elazığ depreminin ardından, Erdoğan adeta hepimizle alay edercesine “Depremi durdurma şansımız var mı?” diye sormuştu ve depremin bir “kader” ve “imtihan” olduğunu belirtmişti. Bu sırada, deprem vergisi adı altında bugüne dek toplanan 40 milyar dolar civarındaki kaynağa ne olduğunu sosyal medyadan dile getirenler, hükümet tarafından vatan haini ilan ediliyor ve bu kişiler gözaltına alınıyordu. Benzer açıklamaların ve önlemlerin İzmir depreminden sonra da yapılması bir sürpriz olmayacak.

İzmir’de yaşadığımız acı deneyim, hiç şüphesiz, akıllara beklenen bir diğer büyük depremi, ülke nüfusunun üçte birini doğrudan etkileyecek İstanbul depremini getiriyor. İstanbul’da en az 50 bin konutun yenilenmesi gerektiği, aksi durumda en az 150 bin kişinin hayatını kaybedebileceği bilinmekte. Saray rejimi ise deprem tedbirleri yerine kıdem tazminatının gaspı, patronların vergi borçlarının affedilmesi, Kanal İstanbul gibi doğayı geri döndürülemez biçimde katledecek ve on milyarlarca liralık kamu kaynağının betona gömülmesine neden olacak projelerle meşgul.

Rejimin emekçilere saldırıları derinleşiyor

AKP hükümetinin yaratmış olduğu enkaz her alanda kendisini en yoğun biçimde hissettiriyor. Emekçi, yoksul kesimleri ölüme terk eden, ranta dayalı imar politikası bu alanlardan sadece birisi. Hükümetin pandemi politikası da depreme yönelik politikasıyla birebir aynı. Hayatta kalmak için alınması gereken önlemleri vatandaşın üzerine yıkmak, şehir hastaneleri adı altında on milyarlarca liralık kamu kaynağını yandaş patronlara akıtmak ve “milli çıkarlar” adına rakamları saklamak.

Saray ekonomi politikalarının iflas etmesinin bedelini de emekçilere ödetme peşinde. 18 yıllık iktidarın sonunda emekçi kitleler eşi görülmedik bir sefalet tablosuyla karşı karşıya. Damat Bakan çözüm önerisini ise, Türkiye’yi yabancı yatırımcılar için cazip hale getirmek olarak açıklıyor. Yani emek gücünü daha da esnek ve güvencesiz hale getirerek yabancı sermayenin girişini sağlamak. Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçen Torba Yasa tam da bu hedefin bir parçası. Bu tasarıyla kıdem tazminatının fiilen ortadan kaldırılması hedefleniyor.

Bu tasarı karşısında Türk-İş ve DİSK örgütlü olduğu işyerlerinde basın açıklamaları düzenleyerek tepki gösterdi. Ne var ki, içinden geçmekte olduğumuz olağanüstü dönem ve saldırının büyüklüğü sembolik basın açıklamalarıyla geçiştirilemeyecek kadar ciddi. Emekçilerin yaşadığı yıkım karşısında sendikal konfederasyonlar sahici ve etkili bir eylem planı açıklamalı ve tüm emek örgütleri birleşik bir mücadele hedefi doğrultusunda kenetlenmelidir.

Yorumlar kapalıdır.