Pandeminin sorumluluğu işçilere, yükü de sağlık emekçilerine!

Pandemi, kapitalist-emperyalist sistemin yıllardır uyguladığı özelleştirmeler, kemer sıkma politikaları, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarının kamu sağlık hizmetlerini ve emekçilerini maruz bıraktığı yıkımı apaçık ortaya çıkardı. Buna rağmen dokuz aydır hükümetin ve Sağlık Bakanlığı’nın süreci bireysel önlemler, ilaç ve aşı üçgeninde ele alan kapitalist biyomedikal bireyci sağlık görüşü ve salgının emekçilere kesilen “acı reçetesini” saklama çabaları, salgının sınıfsal ve politik bir mesele olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Hükümet de bunun farkında ki, pandemiyle mücadelenin en ön saflarında yer alan, sosyal medya ve birçok ilde eylemler aracılığıyla seslerini ve taleplerini duyurmaya çalışan sağlık emekçileri engelleniyor ve cezai yaptırımlara maruz kalıyorlar. Geçtiğimiz ay Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi’nde çalışan sağlık emekçilerine pandemi süresince maruz kaldıkları sorun ve adaletsizlikler karşısında hastane bahçesinde yaptıkları eylem yüzünden disiplin soruşturması açılması ve Rektörlük’ten resmi kınama almaları; sağlık sendikaları ve TTB’nin birçok ilde gerçekleştirmeye çalıştıkları eylem ve yürüyüşlere polisin engel olması; sonrasında halk sağlığını ve sağlık emekçilerinin haklarını savunan TTB’nin “hain” ilan edilerek kapatılmasının istenmesi zaten ciddi bir sorun olmaya devam eden sağlık çalışanlarına yönelik şiddete, artık doğrudan devlet şiddetinin de eklendiğini gösteriyor.

Pandemi sorunları derinleştirdi

Hiçbir emekçinin olmadığı gibi sağlık emekçilerinin sorunları da pandemiyle başlamadı. Ancak hükümetin pandemi sürecinde patronları korumak uğruna virüsün yayılmasına karşı ne zamanında ne de yeterli düzeyde önlem alması, var olan sorunlarını giderek derinleştirdi.

2003 yılında kamu sağlığı hizmetleri Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda özelleştirilip ticarileştirilmişti. Bu kapsamda sağlık emekçilerinin emekliliklerine yansıyan temel ücretlerinde ciddi kesintilere gidilmiş, maaşlarının büyük bir kısmı bu program kapsamındaki Performansa Dayalı Ek Ödeme Sistemi uygulaması altında döner sermaye gelirinden karşılanan ek ödemelere bağlanmıştı. Pandemi sürecinde hem fizyolojik hem psikolojik olarak çalışma koşulları ve süreleri oldukça ağırlaşan sağlık emekçileri, koronavirüse yakalanıp çalışamadıklarında geçinebilmeleri için hayati olan ek ödemeleri maaşlarından kesiliyor ya da personel eksikliği dolayısıyla virüse yakalandıkları zaman bile sağlıkları pahasına çalışmaya zorlanıyorlar. Çoğu sözleşmeli çalışan sağlık emekçileri sağlıkta özelleştirmelere son verilmesi, kâr değil insan hayatını merkezine alan parasız kamu sağlık hizmeti sistemi ve kadrolu istihdam altında insan onuruna yaraşır bir temel ücret karşılığı çalışma taleplerini yükseltiyor.

Sağlık Bakanlığı’nın nisan ayında müjde olarak açıkladığı pandemi ek ödemelerinin ise yine Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında başlatılan hizmetlerde aşamalandırma, sözleşmeli istihdam, taşeronluk vb. uygulamalara yaslanılarak adaletsizce ve sınırlı şekilde dağıtıldığı, sağlık emekçilerinin sadece yüzde 5’inin bu ödemelerden tam olarak yararlanabildiği ortaya çıktı. Son olarak Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi yoğum bakım ünitesinde yaşanan patlamanın da gösterdiği üzere, salgının artmasına rağmen işçi güvenliğini garanti altına alacak ve viral yükü azaltacak altyapısal ve donanımsal önlemler alınmadığı gibi, hastanelerde hâlâ Kişisel Koruyucu Ekipman (KKE) eksikliği yaşanıyor. Sağlık emekçileri, kendilerini ve ailelerini koruyabilmek için bu ekipmanların bir kısmını dışarıdan kendileri tedarik edip ceplerinden karşıladıklarından, dolayısıyla sağlık ve geçim derdi arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmaktan yakınıyorlar. Sağlık emekçilerine pandemiyle mücadelelerinde yeterli miktarda ve nitelikli KKE sağlanması en acil taleplerden biri olmaya devam ediyor.    

Meslek hastalığı sayılması talebine yönelik Cumhurbaşkanı’nın verdiği bir talimatla (!) nihayet 18 Aralık’ta bu konuya ilişkin yayımlanan genelgenin, kişisel başvuru, illiyet bağı, kadro statüsü değerlendirmesi gibi şartlar içermesi, hükümetin “-mış gibi” yapmaktan öte bir adım atmadığını gösteriyor.

Yakıcı taleplerden bir diğeri de Covid-19’un meslek hastalığı sayılması, virüs nedeniyle hastalanan veya vefat eden sağlık emekçilerinin kendilerinin ve ailelerinin devletin sorumluluk kapsamı altına alınmasıydı. Aylardır yükseltilen bu talebe yönelik Cumhurbaşkanı’nın verdiği bir talimatla (!) nihayet 18 Aralık’ta bu konuya ilişkin yayımlanan genelgenin, kişisel başvuru, illiyet bağı, kadro statüsü değerlendirmesi gibi şartlar içermesi, aynı sağlık emekçilerine verilen pandemi ek ödemelerinde ya da tüm işçileri kapsayan işten atmaların yasaklanması kararında olduğu gibi, hükümetin bu acil talebi de ekonomik bir yük olarak görüp “-mış gibi” yapmaktan öte bir adım atmadığını gösteriyor. Sağlık emekçileri bu hakkın sadece kendilerine değil tüm işçi ve emekçilere koşulsuz olarak sağlanması gerektiğini savunuyorlar. 

Bir diğer “-mış gibi” uygulama da özel ve vakıf hastanelerinin pandemi hastanesi olması yönündeki genelge. Ülkenin dört bir yanında hastanelerin yatak kapasiteleri aşılmış olmasına rağmen, kimi patronların ekonomik kaygıları baz alınarak bu genelgenin gerekleri hâlâ uygulanmıyor. Her ilde kimi hastanelerin “temiz hastane” statüsünde bırakılması kamu sağlığı açısından gerekli bir uygulamayken, özel hastanelerin bunu kamu sağlığı yararına değil reklam amaçlı kullanması ve “temiz hastane”yi bir reklam sloganı yaparak sağlık hizmetlerinde fiyat artışına gitmesi, pandemi hizmeti veren hastanelerde çalışan yüz binlerce sağlık emekçisinin iş yükünü artırıyor. Dahası onları hasta seçmek gibi oldukça ağır psikolojik bir yükün altında bırakırken, tüm işçi ve emekçilerin de sağlık hakkını gasp ediyor.

Ayrıca çoğu hastanede taşeron şirketlere ihale edilen yemek servislerinin, pandemi döneminde masraflardan tasarruf amacıyla sağlık çalışanlarının bağışıklık sistemlerini güçlü tutmalarını sağlayacak türde ve miktarda gıdalar değil, miktarı az ve besin değeri düşük gıdalar olarak çıkması, ağır koşullar altında uzun saatler boyunca nöbet tutan sağlık emekçilerinin yemek hakkını da ellerinden almış oluyor.

Sağlık emekçileri, pandemi sonrasında sağlık sisteminden geriye bir enkaz kalacağı uyarısını yapıyorlar.

Ekim ayında yayımlanan başka bir genelgeyle sağlık emekçilerinin anayasayla garanti altına alınan izin, istifa ve emeklilik hakları da durdurulmuştu. Aylardır içinde bulundukları koşullarla baş edebilmek için antidepresan kullanan ve psikolojik destek alan sağlık emekçilerinin sayısı hiç olmadığı kadar artarken, çoğu sağlık emekçisi, yol açacağı tüm ekonomik zorluklara rağmen istifa etmek istediğini söylüyor. Ekim ayında çıkan genelgenin de hükümetin bu durumu yaratan koşulları ortadan kaldırmak yerine durumu engellemeye yönelik baskıcı bir müdahalesi olduğunu belirten sağlık emekçileri, pandemi sonrasında sağlık sisteminden geriye bir enkaz kalacağı uyarısını yapıyorlar.

İzin, istifa ve emeklilik yasaklarına rağmen devletin; hele ki okulların da kapalı olduğunu düşünürsek, özellikle kadın emekçilerin sırtına yüklenen çocuk ve yaşlı bakım emeğini üstlenmesi için yükseltilen taleplere yönelik hiçbir girişimi de olmadı. Ne kreş ve bakım hizmeti sağlayan ne de sağlık emekçilerini fiziksel ve ekonomik olarak koruyan devletin, yakın zamanda bir hemşireyi “yüksek riskli” olarak değerlendirip çocuğunun velayetini elinden alması, hükümetin pandemiyle mücadele sağlık çalışanlarına yükselttiği alkışların arkasında saklamaya çalıştığı ikiyüzlü tutumu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Nihayet dokuz ayın sonunda Sağlık Bakanı Koca’dan gelen 12 bin sözleşmeli yeni sağlık personeli alımı müjdesi (!) aslında niceliksel olarak oldukça yetersizken, tüm bu güvencesiz koşullar, hak gaspları ve alınmayan önlemler göz önüne alındığında 12 bin emekçiyi (ve ailelerini) daha göz göre göre hastalıkla ve ölümle burun buruna getirmek anlamına geliyor.

Hükümet bu ağır tablonun suçunu TTB’ye ve sağlık emekçilerinin haklarını savunan emek örgütlerine; virüsten korunma sorumluluğunu işçilere; pandeminin yükünü de sağlık emekçilerine atmaya devam ediyor.

Hükümetin pandemiyi bir anda ortadan kaldıracak sihirli bir değnekmişçesine bel bağladığı aşı konusundaki tartışmalar daha bitmeden, İngiltere koronavirüsün mutasyona uğrayan yeni bir türünün ortaya çıktığını açıkladı. Aşıların bu yeni tür koronavirüse karşı ne derece etkili olacağı ise henüz tam olarak bilinmiyor. Bilinen bir şey varsa o da kapitalizmin yeni tür virüsler ve yıkımlar yaratmayı sürdüreceği. Sağlık emekçileri Covid-19 nedeniyle her geçen gün artan oranda hayatlarını kaybederken, hükümet ise bu ağır tablonun suçunu TTB’ye ve sağlık emekçilerinin haklarını savunan emek örgütlerine; virüsten korunma sorumluluğunu işçilere; pandeminin yükünü de sağlık emekçilerine atmaya devam ediyor.

Bu koşullarda meslek odalarının, emek örgütleri ve partilerinin ve sendikaların, sağlık emekçileri başta olmak üzere tüm işçi ve emekçilerin hak ve taleplerini sahiplenmesi, baskılara rağmen devam eden mücadelelerini yükseltmek ve birleştirmek adına bir acil eylem planı çerçevesinde daha fazla vakit kaybetmeden harekete geçmesi ve pandemi ve yarattığı ekonomik ve sosyal yıkımdan, işçi ve emekçilerden yana bir çıkış ortaya koyması gerekiyor.

  • Sağlık dahil tüm kamu hizmetlerinde özelleştirmelere son! Herkese ücretsiz ve erişilebilir kamu sağlık hizmeti sistemi; sağlık emekçilerine kadrolu istihdam altında, insan onuruna yaraşır bir temel ücret!
  • Sağlık emekçileri için güvenli çalışma koşulları, nitelikli ve yeterli ekipman, KKE ve beslenme ve dinlenme hakkı!
  • Sağlık emekçilerine yönelik şiddet ve baskılara son!
  • Covid-19, sağlık emekçileri dahil tüm emekçiler için koşul ve şart aranmaksızın meslek hastalığı sayılsın!
  • Pandemi yönetiminde şeffaflık ve adalet!

Yorumlar kapalıdır.