Saray rejimi çürürken…

Erdoğan’ın “ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlattıklarını” ilan etmesinin üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Damat Bakan’ın görevden alınması ve Osman Kavala dosyasının Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından incelenmeye başlandığı haberleri üzerine gelen bu açıklama, AKP yeni bir makas değişikliğine mi gidiyor, sorularını gündeme getirmişti. Bu tartışmaların yaşandığı bir ayın ardındansa Saray ittifakının gündemini HDP’nin kapatılıp kapatılmaması, derneklere İçişleri Bakanı tarafından keyfi biçimde kayyum atanabilmesi gibi başlıklar oluşturuyor.

Gerçi, uzun yıllar AKP’yi desteklemiş en iyimser liberaller bile reform açıklamalarına bu sefer şüpheyle yaklaşmıştı. Erdoğan’ın reform vaadinin ardından Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’nu ölümle tehdit etmesi, Bahçeli’nin “HDP’nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır” talebi, yardımcısı Semih Yalçın’ın “HDP itlaf edilmesi gereken bir haşere sürüsüdür” açıklaması Saray ittifakının reform kapasitesinin sınırlarını çizmiş oldu.

Saray entrikalarına, Cumhur İttifakı’nın planlarına ilişkin olarak net bir öngörüde bulunmak, biz faniler için şüphesiz kolay değil. Ne var ki, tıpkı zaman zaman gündeme getirilip sonra yeniden rafa konulan idam tartışmasında olduğu gibi, HDP’nin kapatılması gündemi de, şimdilik, kapanacak görünüyor. Kesin olan şeyse, Saray’ın ve müttefiklerinin baskı politikalarından istediklerini elde edemedikleri ve toplumsal tabanlarının gün geçtikçe daha fazla eriyor olduğu. Baskıyı yoğunlaştırmak bu süreci durduramadığı gibi, muhalefet partilerine desteğin artmasıyla sonuçlanıyor. Binlerce üyesinin tutuklanmasına, bütün belediyelerine kayyum atanmasına rağmen, HDP’ye oy desteğinin yüzde 10’dan aşağıya inmemesi, Saray ittifakının içinde bulunduğu çıkmazı özetliyor.

Devletin tüm güçlerini elinde toplayan Saray, görünüşteki tüm haşmetine rağmen çürümeye, yolsuzluğa ve yalana batmış bir şekilde sürükleniyor. Ekonomiden dış politikaya sürekli olarak çizilen zikzakların, bir önceki adımı boşa düşüren manevraların neden olduğu toplumsal enkaz giderek derinleşiyor. Tek başına pandeminin yönetiminde birbiri ardına patlak veren skandallar, Saray’ın içine düşmüş olduğu aczi açıkça ortaya koyuyor. Uygulanan hatalı ve patron öncelikli politikaların bedelini on binlerce kişi canlarıyla öderken, yapılan onca uyarının ardından, aşı sağlanması sürecinin de büyük bir fiyaskoya dönüşmesi, rejimin yaşadığı “çoklu organ yetmezliğinin” vardığı noktayı gösteriyor. Bu tablo içerisinde hayata geçirilmeye çalışılan baskı politikalarının, rejimin tükenmiş ömrünü gündelik olarak uzatma çabasından başka bir sonuç vermesi mümkün görünmüyor.

Saray’ın imza attığı eşi benzeri görülmedik yıkım tablosu karşısında, emekçilerin ve ezilenlerin sesini güçlü bir şekilde yükseltecek bir siyasi seçeneğe duyulan yakıcı ihtiyaç da gün geçtikçe artıyor. Ne Saray’a dönük muhalefet, ne de rejim sonrası süreç Millet İttifakı’nın insafına terk edilebilir. Saray’ın mirasçısı olduğu ağır sefalet ve adaletsizlikler, Millet İttifakı’nın “ılımlı geçiş” planlarıyla çözülemeyecek kadar ciddi boyutlarda. İşçi örgütlerinin ve solun önemli bir kesimi, hatırı sayılır bir zamanı CHP’yle kurulacak bir “demokrasi cephesi” hayaliyle veya Millet İttifakı’ndan medet umarak yitirdi. Başka bir kesim ise, tek devrimci oluşum kendileriymiş gibi hareket etmeye devam ederek, birlikçi çabalara sırtını dönüp gündelik politik faaliyetlerini sürdürmeyi tercih etti. Rejimin çürümüşlüğü ve Millet İttifakı’nın altın tepsi içinde iktidar bekleyen patron yanlısı politikaları, emekçilerin patron partilerinden bağımsız siyasi seçeneğine duyulan ihtiyacı tüm işçi örgütleri için berrak hale getirmeli. İlk adım olarak, Saray’ın işçi düşmanı baskı politikaları karşısında bir acil eylem planı etrafında en geniş eylem birlikteliğini hayata geçirmeliyiz.

Yorumlar kapalıdır.