Baskı iklimi tutmadı, enkaz ortada!
Tek Adam rejimi son dönemde toplumun iktidara muhalif kesimlerine ve onların temsilcilerine yönelik kapsamlı bir saldırı başlatmış durumda. Binlerce Kürt politikacıya siyaset yasağını içeren HDP kapatma davası, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi ve meclisten yaka paça alınarak gözaltına alınması, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, aynı kararnamede Gezi Parkı’nın İBB’den alınarak varlığı kuşkulu bir vakfa devri gibi pek çok düzenleme demokratik alanı geriletme ve mücadele eden kesimlere gözdağı verme niyeti taşıyor.
Esasında bu şok etkisi yaratan uygulamalar iktidarın uzunca bir süredir başvurduğu yöntemler haline geldi. Zira ekonomik krizden pandemi yönetimine; dış politikadan demokratik haklara kadar her alanda bıraktığı enkaz karşısında toplumsal huzursuzluk giderek yaygınlaşıyor. Tüm bu alanlarda çözümsüzlüğe sürüklenen iktidarın bu baskı girişimleri ile manevra alanlarını genişletme gayreti içerisinde olduğunu görüyoruz. Zira sorumlusu olduğu ekonomik yıkımın ve toplumsal desteğindeki erimenin farkında olan Cumhur İttifakı, muhalefet olan herkesi kendisine bir tehdit olarak görüyor, yılgınlık ve umutsuzluk yaratarak ömrünü uzatmaya çalışıyor. Kısacası çözüm üretemeyen iktidar sopa ile zayıflayan hegemonyasını tesis etmeye çalışıyor. Ancak bu pek de işe yaramıyor!
Kadınlardan öğrencilere, direnişteki işçilerden çevrecilere pek çok kesim yağma ve talan karşısında sokağa çıkıyor. Aynı gün içerisinde Kanal İstanbul projesinin iptali için çevre örgütleri, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı kadınlar ve LGBTİ+’lar, kayyum rektöre karşı mücadele eden ve tutuklanan arkadaşlarına sahip çıkmak için öğrenciler aynı alanlarda tek adamın düzenlemelerine karşı seferber oluyor. Kod-29 ile işten atılan Migros işçileri defalarca gözaltına alınmalarına karşın direnmekten vazgeçmiyor. Baskılar bastırmaya yetmiyor, korku iklimi aşılıyor.
Nitekim Erdoğan da bunun pekâlâ farkında, Covid-19 önlemleri kapsamında kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada “Son 8 yıldır neredeyse kesintisiz bir şekilde maruz kaldığımız saldırıları nasıl bertaraf ettiğimizi, kendi oyun planımızla hangi başarıları kazandığımızı anlatırken yaşanan sıkıntıları da gözardı etmiyoruz” diyor. Erdoğan sekiz yıl öncesini işaret ederek aslında hâlâ ayağa kalkan kitlelerin seferberliğine dönük duyduğu korkuyu dile getirerek bu baskı politikalarına neden başvurduklarını, yaşanan sıkıntıları da kabul ederek itiraf ediyor.
2023 seçimleri öncesinde Güçlü Türkiye?
AKP iktidarı bu sekiz yıl boyunca yaşadığı toplumsal ve ekonomik krizlerde baskı yöntemlerine başvurarak kendisine alan açtı ve buradan ittifaklarını korumaya veya yeniden kurmaya çalıştı. Ancak 2018’den beri ağırlaşan ekonomik kriz ve pandeminin de etkisiyle pastanın küçülmesi sonucu farklı sermaye gruplarının çıkarlarını eskisi gibi yönetemiyor ve burjuva anlamda “istikrar”ı tesis edemiyor. Bu nedenle ekonomik ve siyasi hamleleri bu grupların farklı ihtiyaçları ve kurduğu ittifaklar çerçevesinde zikzaklar çiziyor ve “güven” vermiyor. Bu sıkışmaya eklenen yoksullaşma, köylünün, küçük esnafın, kent yoksullarının sorunlarının derinleşmesi toplumsal tabanında giderek erimeye yol açıyor, rıza üretmesini zorlaştırıyor. Sırtını yasladığı ittifaklardaki aşınma tüm bu tablo ile birlikte düşünüldüğünde onu daha da kırılgan hale getiriyor. Böylesi bir ortamda 2023 seçimleri öncesinde sunmaya çalıştığı “güven ve istikrar ortamı” ile oldukça çelişen bir tablo ortaya çıkıyor. Anlatacak yeni bir hikâyesi kalmayan, kalmadıkça da şer odakları üzerinden toplumu kutuplaştıran söylem, yarattığı ekonomik ve siyasal enkazı pek gizleyemediği gibi inandırıcılığını da yitiriyor. Reform, 2023 manifestosu gibi sunulan kongreden somut bir şey çıkmaması, yeni anayasa vaadini de kendisinden başka kimsenin tartışmaması bunun bir göstergesi.
Düzen muhalefetinin açmazları
Cumhur İttifakı’nın oyları erirken, muhalefet partilerinin oylarında belirgin bir yükseliş yaşanmıyor. Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı bileşenleri, ses perdelerini biraz daha yükseltiyor ve çeşitli girişimlerde bulunuyor olsalar da emekçi halkın ve ezilen kesimlerin en yakıcı taleplerini ısrarla dile getirmekten, bunlar için harekete geçmekten dikkatlice kaçınıyorlar. Bugün İstanbul Sözleşmesi, Boğaziçi direnişi gibi süreçlerde aldıkları tutumlar ise tamamen toplumsal mücadelelerin basıncından kaynaklanıyor. Emeğe ve toplumun çeşitli kesimlerine yönelik saldırıları, yoksullaşma ve geleceksizliği, kayyum ve siyasi baskılara karşı çıkan sesleri örgütlemek yerine seçimleri işaret etmeleri hem acizliklerini hem de ezilenlerin ihtiyaç ve beklentilerine dönük gerçek niyetlerini ortaya koyuyor.
Bu şartlar altında temel ihtiyacımız ise kendi gücümüz etrafında örgütlenmek ve mevcut mücadeleleri birleştirecek, burjuva seçeneklerden bağımsız siyasi seçeneği inşa edebilmek. Tek Adam rejimi karşısında emek hareketi ve en geniş toplumsal muhalefet, Millet İttifakı’ndan medet umarak değil kendi bağımsız talepleri ve örgütleriyle mevcut baskıcı rejimden gerçek bir kopuş sağlayabilir.
Yorumlar kapalıdır.