İktidarın ekonomisi dikiş tutmuyor
Pandemiyle katmerlenen ekonomik buhranın yıkıcı etkileriyle geçen bir yılı geride bıraktık. Zikzaklı olarak ilerleyen bu süreç içinde Ekonomi Bakanı ve Merkez Bankası (MB) Başkanı gibi ekonomi yönetiminin en önemli iki aktörü değişmiş olsa da geldiğimiz nokta, yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik cenderesi içinde olduğumuzu gösteriyor.
Toplumsal sorunlar karşısında rıza üretmekte zorlanan iktidar, ekonomide de vaat ettiği tablodan çok uzak bir noktada kaldıkça reform üzerine reform, program üzerine program açıklamak zorunda kalıyor. Çünkü gittikçe ağırlaşan hayat koşulları altında kitlelere yeni bir şeyler sunamayan iktidar, sermaye gruplarının sıkça dile getirdiği “yapısal reform” gibi hamleleri bile yapamayacak duruma geldi. Son olarak açıklanan “ekonomide yeni reform paketi” de gösteriyor ki yine dağ fare doğurdu.
İktisadi sorunların toplumun tüm kılcal alanlarında hissedildiği bu dönemde iktidarın ekonomik politika yelpazesinde çok fazla seçenek yok. Enflasyonun hızla artışı pahasına ya faiz düşürüp insanları kredi ile borçlandırıp talebi canlandıracak ve balon bir büyüme yaratacaklar ya da işsizliğin artışı pahasına ekonominin havasını indirerek faiz artışıyla enflasyonu dizginleyecekler. Bu seçeneklerden biri yüksek enflasyona diğeri de yüksek işsizliğe çıkarken şu an her iki etkiyi de yaşadığımız bir durumdayız. Kabul etmek gerekir ki bunu becermek üst üste birçok yanlış karar almayı gerektirir. Son günlerde neler yanlış yapıldı ve reformlar neden ekonomi için çare olamaz bakalım…
2013 yılından beri faiz lobisi diye diye faiz artıran bir iktidar var karşımızda. Söylem ile eylem arasındaki bu zıtlık defalarca söylediğimiz gibi tamamen politik bir hamledir. 2020 yazı boyunca tam da iktidarın istediği gibi faizleri düşük tutan MB, bunu Cumhurbaşkanı istiyor diye değil, iktidarın o anki ekonomi direktifleri doğrultusunda herkese bol kredi verebilmek için yaptı. Ardından aşırı yükselen enflasyonun cezası yine kişilere kesildi ve faiz artışı dönemine geçildi. Faiz artışı demek daha fazla işsizlik ve insanların paraya ulaşmasında zorluk anlamına geliyor. Dışarıdan sıcak para getirenler ve bankalarında vadeli TL bulunduranlar hariç herkes için olumsuz olan faiz artışı, özellikle sermaye gruplarının hiç istemediği bir şey olsa da, Türkiye gibi enflasyonun hareketi doların hareketine bağlı olan ülkelerde enflasyonu dizginlemek için kullanılmakta. Yüzde 19’a çıkan faiz karşısında doların düşmekte olduğu bir anda MB Başkanı’nın görevden alınması zaten güvensiz bir konumda olan TL için yeni bir değersizleşme süreci başlattı. Artık hem faiz hem de döviz kuru yüksek.
Yeni MB Başkanı’nın gelmesi sonrası ani faiz düşüşü beklentisiyle sıcak para kaçmasın diye Ekonomi Bakanlığı’ndan “serbest piyasa kurallarının sonuna kadar sürdürüleceği” açıklaması geldi. Faizler de bulunduğu konumda (yüzde 19) sabit bırakıldı. Sermaye kontrolü yapılmayacak mesajı vererek dalgalı kur rejiminin 2002’den beri savunucusu olan iktidar, faiz-enflasyon ilişkisini hep oyunun kurallarına göre oynadı. Erdoğan’ın taleplerine göre değil…
Türkiye uzun vadede faiz indirmek zorunda; özellikle seçimler yaklaşırken insanları yeniden krediyle borçlandıracaklar. Bunu görmek zor değil. Çünkü ellerindeki tek seçenek borç oranlarını artırmak. Dünya ekonomisindeki tıkanmışlığı da göz önünde bulundurursak kapitalizm içinde IMF’ye gitmek de bir seçenek olarak duruyor. Ama rejimin kendini hiçbir kalemde denetletmeyecek olması şimdilik buna engel teşkil ediyor. Gerektiğinde dışarıdan para akışının kesilmemesi için reform süsü verilmiş paketler, gerektiğinde para basıp kredi yoluyla dağıtmak… Hem içeride hem dışarıda borçluluğun artırılması ve gelecek kuşakların iktidarın bekası için borç yükü altına sokulması… İşte ekonomide olan bitenin en kısa özeti budur.
Bu ortamda adı “reform” olan her şey bir saldırı paketi haline gelmek zorunda. Son açıklanan pakette de emekçilere dönük “yeni çalışma koşullarının yaygınlaştırılması” gibi esnek ve güvencesizliğin yaygınlaştırılmasına dönük maddeler var. Oysa gerçek bir reform, faiz-enflasyon kıskacından çıkılmasına yönelik politikalar geliştirmeliydi. Bunun dışında, pandemide işini kaybetmiş ve alım gücü düşmüş olan herkese acil durum fonu oluşturarak hibe yardımı ve hane halkı borçlarının silinmesine dönük kararlar alınmış olsaydı gerçek bir reformdan bahsedebilirdik. Ancak kendi ağızlarından duyduğumuz gibi, onlar serbest piyasanın gerekliliklerini sonuna kadar uygulamayı tercih etmekteler. Büyük sermaye gruplarının borçluluklarını devlet bankaları üzerinden emekçilerin üzerine yıkma planı işletilirken, iktidar nezdinde işçiler ve emekçiler için en ufak bir reform dahi söz konusu değil. Dolayısıyla Saray rejimi ancak emekçiler için uzun vadede yüksek işsizlik ve yüksek borçluluk anlamına gelmektedir.
Yorumlar kapalıdır.