4 milyar insan…

Hükümetlerin pandemi yönetimi politikalarının mevcut ekonomik krizi hızla bir sosyal krize doğru sürüklediğini bir süredir belirtiyoruz.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) “2020-2022 Dünya Sosyal Koruma” raporu bu durumun yıkıcı boyutlarını ortaya koyuyor. Rapora göre, günümüzde 4,1 milyar insan ulusal sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor. Bu, dünya nüfusunun yüzde 53’ü demek! Dünya nüfusunun yalnız yüzde 47’si etkin olarak bir sosyal koruma yardımından yararlanabiliyor.

Öte yandan, bu veri “dünya ortalaması”nı ifade ediyor ve her ortalama veri gibi muazzam uçurumun üstünü örtebiliyor. Oysa bölgesel olarak baktığımızda, Afrika’da bu oranın yüzde 17’lere kadar düştüğü görülüyor. Ortalamayı yükselten yüzde 80 ile Avrupa ve Orta Asya olarak öne çıkıyor ancak görece yüksek gelebilecek bu oran bile, aslında gelişmiş (!) kapitalist ülkelerde dahi beş kişiden en az birinin sosyal güvenceden yoksun olduğuna işaret ediyor.

Bu durum -sosyal güvencesizlik- elbette en çok kayıtdışı çalışanları, göçmenleri/zorla yerinden edilenleri ve özellikle bu kesimler içinde halihazırda birden fazla ayrımcılığa maruz kalan kadınları etkiliyor.

Sosyal koruma, en temelde sağlık hizmetleri ve gelir güvencesine erişim hakkıdır. Yaşlılık, işsizlik, hastalık, maluliyet, doğum, haneye temel geliri sağlayan kişinin kaybedilmesi vb. durumlarda bir hayatta kalma garantisidir yani…

Bugün karşı karşıya olduğumuz tabloda ise dünya nüfusunun yarısından fazlası bu haktan mahrum!

Neden? Çünkü hükümetler sosyal korumaya kaynak ayırmayı tercih etmiyor!

Rapor, ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılalarının (GSYH) ortalama yüzde 12,8’ini sosyal korumaya (sağlık hariç) harcadıklarına işaret ediyor. Bu oran bazı ülkelerde GSYH’nin yüzde 16,4’üne çıkıyor. Bazı ülkelerde ise yüzde 1,1’e kadar düşüyor.

Üstelik, rapora göre, herkese en azından minimum sosyal korumayı sağlamak için gereken ek harcama Covid-19 başladığından beri yaklaşık yüzde 30 artmış durumda. Yani hükümetlerin daha fazla kaynak ayırması zaruri.

Oysa bugün emekçi halk için kaynak artırımından ziyade kesintisiyle karşı karşıyayız. Türkiye’de Tek Adam rejiminin politikalarında da bunun yansımasını bire bir yaşıyoruz. Mevcut kaynaklar ise işverenlere, yollara, köprülere ya da özel sektörün borçlarına gidiyor. Biz ise belki karşılığında hasar ve kayıplarımız için uygun faizlerle (!) kredilenebiliriz! Tabii hayatımıza hâlâ daha ipotek koyulmadıysa!

Bu yüzden, sosyal yıkım işsizlik, gelir kaybı, hayat pahalılığı ile üzerimize yığılırken, hayat güvencemiz için kaynakların işçiler, emekçiler ve tüm ezilenler için kullanımını garanti altına alacak bir program dahilinde örgütlenmek tek seçeneğimiz olmayı sürdürüyor.

Yorumlar kapalıdır.