Afetlere hazırlık için kaynak var

Gölcük depremi üzerinden tam 22 yıl geçti. Felaketin bilançosunu hâlâ tam olarak bilemiyoruz. Ama tedbir almamanın kimin işine yaradığı konusunda kesin fikirlerimiz var.

Geçtiğimiz mayıs ayında CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesi sonucunda, son 20 yıl içerisinde deprem vergisi olarak bilinen Özel İletişim Vergisi kalemi altında ne kadar para toplandığını öğrendik: 72 milyar 996 milyon 502 bin lira! Paranın ne için kullanıldığını da Maliye Bakanı Elvan açıklamış: “Belirli gelirler karşılığı olarak belirli harcama kalemleri veya projeler için ödenek tahsis edilmemekte.” Yani Türkiye’de bir isim altında toplanan verginin amacına uygun kullanımı zorunlu değil. Deprem vergileri makam araçları için, itibar için, dere yataklarına yapılaşma isteyen inşaat şirketlerine kredi vermek için; yani halkın değil, bir avuç zenginin daha da zengin olması için kullanılmış.

Orman yangınları, seller, aşırı iklim olayları ve eli kulağındaki büyük Marmara depremi… Bunların hepsi yakın gelecekte gündemimizde olacak ve maalesef ki yaşayacağımız şeyler. Sadece deprem vergileri dahi amacı için kullanılsa, alınması gereken tedbirlerin büyük kısmını almış olurduk. Bu durum herkesin malumu. Ancak yapılabilecekler bununla sınırlı değil. Türkiye’deki kaynakların doğru kullanımı ile her türden afetin olumsuz sonuçları minimuma indirilebilir, doğa olaylarının afete dönüşme ihtimali de en aza indirilip iklim krizine karşı atılması gereken adımlar da atılabilir. Nasıl mı?

İlk adım vergilerin amacı için kullanılması. İkinci adım, vergilerin tamamı emekçilerden toplanırken, Kolin, Cengiz, Limak gibi Saray’a yakın firmaların bir lira olsun vergi ödemediklerini biliyoruz. Sadece onlar mı? Türkiye’nin büyük zenginleri AKP hükümetleri tarafından yıllardır teşvik görüp vergiden azade yaşadılar. Ultra zenginlerden afetlere hazırlık için alınacak vergiler işçi emekçilerden toplanan vergilerden çok daha büyük bir kaynak sunacaktır. Üçüncü adım, pek çok büyük şirketin yaptığı yanlış projelerle afetlere davetiye çıkardığını da biliyoruz. Zarar bu firmalardan tahsis edilmelidir. Hatta kömür, petrol, doğalgaz vb. ile elektrik üreten santrallerin de gerekli tedbirleri almadıkları için çevreye büyük zararlar verdiğini de biliyoruz. Muğla’daki Limak tarafından işletilen Kemerköy Termik Santrali faaliyeti durmasın diye, üç kuruşluk bir kâr için, yangın kapıya dayanmışken bile kömür stokları boşaltılmamıştı. Bu gibi tesisler “Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi” hakkındaki yasal düzenlemelerin de kapsamı dışında bırakılmıştı. Sayıları bir hayli fazla olan bu gibi işletmelerin zaman kaybedilmeden işçi denetiminde kamulaştırılması ve yapılabiliyorsa iyileştirmelerin yapılıp, yapılamıyorsa da kapatılması dahi afetlerin etkilerini bir hayli kısıtlarken, afetlere karşı mücadele için de kaynakların çok daha verimli kullanılmasını sağlayacaktır. Bizi afetlerden koruyacak dördüncü adım da budur.

Akdeniz yangınlarının sonucu olarak 6 Ağustos sabahı gökyüzü, İzmir’den Çanakkale’ye kadar sahil bölgelerinde çok etkin ve kısmen İstanbul’a kadar da gözlemlenebilen bir şekilde turuncuya döndü ve gün boyu gökyüzünden kül yağışı gerçekleşti. Ultra zenginlerin faaliyetleri bize kıyametin ön gösterimini sundular. Tedbirler alınmaz ve bu faaliyetler durdurulmazsa yaşanacaklar bundan çok daha korkunç olacak.

Çözüm basit; vergilerin amacı için kullanılması, ultra zenginlerden ek vergiler alınması ve afetlere sebep olan ve çevreye zarar veren işletmelerin kamulaştırılması, işçi emekçiler için afetlerden korunmak adına fazlasıyla yeterli bir kaynağı bize sunacaktır.

Yorumlar kapalıdır.