Başka bir yazıda yine dikkat çekmiştim: Artık her şey bir “sorun” haline geldi. İstihdamdan, eğitimden, sağlıktan, kadından, çevreden (ve daha onlarcasını sayabiliriz), neden bahsedersek bahsedelim hemen devamına bir “sorunu” tamlaması ekliyoruz. Kapitalist sistemin kendisi artık sadece sorun üretiyor. Türkiye’nin ise bu noktada Tek Adam rejiminin burjuvaziye sunduğu imkânları da kullanarak çok daha saldırgan ilerlediğini söyleyebiliriz.
Bu yolda en büyük adım ise “güvencesizleştirme” ile atılıyor. Çünkü güvencesizleştirme, burjuvazinin o alanda kuralsızca hareket edebilmesini sağlıyor. Biz bir istihdam biçimi olarak güvencesizleştirmenin ne olduğunu çok iyi biliyor ve yıllardır insanca ücret ve çalışma koşullarında iş güvencesi için mücadele ediyoruz.
Bugün ise ne iş ne de bir gelir güvencesine sahibiz. İşsizlik oranının yüzde 28’lere vardığı, işbaşında olanların sayısının 2,7 milyon azaldığı, 177 bin işçinin Kod-29 gibi keyfi uygulamalarla işten çıkarıldığı bir süreçte herhangi bir iş ve gelir güvencesinin olmaması doğrudan bir sefalet düzenine işaret ediyor.
Bu uygulama, anayasal haklarımızı bile çiğniyor. Döhler, Bel Karper ve son olarak Adkotürk gibi fabrikalarda yıllarca süren mücadele sonrası sendikanın aldığı yasal yetkiyi işveren hukuksuzca yok sayabiliyor.
Öte yandan, güvencesizleştirmeyi yani “güvenceden mahrum bırakılmayı” her alanda yaşıyoruz.
Pandemi koşullarında bunun en hayati örneğini sağlık alanında yaşıyoruz. Yetersiz önlemlerle Covid-19’un hızla yayılımına izin verildi; aşıya erişim oldukça düşük düzeyde kaldı. Benzer süreç eğitim alanında da yaşanıyor. Gerekli önlem ve düzenlemeler sağlanmadığı, eğitim personellerinin aşılamaları tamamlanmadığı için yüz yüze eğitim etkin şekilde sağlanamıyor. Uzaktan eğitimin bilançosu ise Eğitim Bakanlığının kendi verilerine göre 2,4 milyon öğrencinin eğitime erişememesi oldu.
Kadınlar olarak da en temel hakkımızın, yaşam hakkımızın güvencesi tehdit altında. Kadınlara ve LGBTİ+lara karşı şiddetin önlenmesi konusunda birçok uygulamaya dayanak oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, erkek şiddetinin ve kadın cinayetlerinin önünü açıyor. Diğer yandan, pandemi koşulları, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmeyen uygulamalarla zaten kadınları hem üretimde hem de ev içinde birçok güvenceden mahrum bırakmış durumda.
Örnekler saymakla bitmez, ama belki de tüm fütursuzluğu özetleyebilecek bir gelişme de doğanın kapitalizmin kâr hırsı karşısında maruz kaldığı talan. Rize İkizdere’deki İşkencedere Vadisi’ne Cengiz İnşaat tarafından yapılmak istenen taş ocağına karşı yöre halkının verdiği mücadele en temel güvencemiz için; doğanın, yaşam ve üretim alanımızın güvencesi için sürüyor. Taş ocağının açılacağı yer hem çay hem de bal üretim alanı, üstelik köylerin suyunun geldiği dere ve evler bu vadide bulunuyor!
Tüm bu talanlar, hak gaspları elbette birbirinden bağımsız değil, hatta her biri bir diğeri için burjuvazinin ve iktidarın elini güçlendiriyor. Çözüm ise bu sorun alanlarının her birini bir mücadele alanına dönüştürebilmekte. Ve bu mücadelelerin hepsini birleşik ve bağımsız bir sınıf mücadelesi perspektifinde birleştirebilmekte. Gelirimizin, haklarımızın, yaşamımızın, doğanın, geleceğin güvencesi bu mücadelede!
Yorumlar kapalıdır.