Paris İklim Anlaşması’ndan iktidarın payına ne düşer?
Ekim ayında Paris İklim Anlaşması TBMM’de onaylandı ve Türkiye anlaşmaya taraf oldu. Ardından anlaşma 2015’te imzalandığı halde neden şimdi onaylandığı sorusu ve fon tartışmaları ortaya çıktı. Türkiye, Paris Anlaşması’nın dayandığı BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre daha sıkı emisyon azaltma yükümlülükleri olan ve gelişmiş ülke olarak kabul edildiği için Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamayan Ek-I ülkeleri listesinde bulunuyor ve bu listeden çıkmak istiyordu. Yani bugüne kadar anlaşmayı imzalamanın herhangi bir kârı yoktu. Ancak anlaşmaya taraf olunarak başka kaynakların önü açılmış gibi görünüyor.
Örneğin Türkiye’nin temiz enerji hedeflerine ulaşmak için Dünya Bankası, Almanya ve Fransa’dan 3,1 milyar avro kredi alacağı söyleniyor. Eylül ayının sonunda Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Türkiye’ye 500 milyon avro civarında kaynak sağlayacak “Yeşil Ekonomi Finansman Programı” projesini onaylamıştı. Ticaret Bakanlığının temmuz ayında yayımlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nda Türkiye ekonomisi ve sanayisinin “yeşil dönüşümü”nün ülkenin “küresel değer zincirlerine entegrasyonunun geliştirilmesi ve uluslararası yatırımlardan alacağı payın artırılması bakımından önem teşkil ettiği” belirtiliyor. Küresel yeşil ekonomiden payını alabilmek için Türkiye’nin bu anlaşmayı imzalamaya ihtiyacı vardı. “Neden şimdi?” sorusunun cevabı belli; bu kredi ve yatırımların ne amaçla kullanılacağı sorusunu sormalı. Çünkü yeşil eylem planlarından aniden onaylanan iklim anlaşmalarına kadar asıl meselenin iklim kriziyle mücadele değil, kimin nasıl daha da zenginleşeceği olduğu ortada.
Müjde, yeşil kalkınma dönemi başladı!
Hükümlerine uyulmadığı takdirde herhangi bir yaptırımı olmayan Paris İklim Anlaşması’nın onaylanmasıyla “yeşil kalkınma devrimi süreci”nin başladığı müjdelendi. Anlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adının Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirildiği duyuruldu. Bakanlık bünyesinde bir İklim Değişikliği ve Uyum Koordinasyon komisyonu da olacak. Belli ki iklim kriziyle mücadele etmek yerine iklim değişikliğine ayak uyduracağız.
Türkiye 2015 yılında anlaşma kapsamında sunduğu ulusal katkı beyanında, sera gazı emisyonlarında mutlak bir azaltma hedefi yerine, referans senaryoya göre öngörülebilir artıştan yüzde 21 oranında azaltım hedefi ortaya koymuştu. Kulağa kelime oyunu gibi gelen bu ifade, emisyonların 2030’a kadar 929 milyon tona kadar çıkabileceği anlamına geliyor. Anlaşma imzalandığından bu yana toplam emisyon oranı her yıl artıyor. Dünyada en çok emisyon üreten ülkelerden biriyiz. Dünya genelindeki 2050’ye kadar sıfır emisyon hedefi de 2053 vizyonuna uyarlandı.
Yenilenebilir enerji bahanesiyle JES’ler ve HES’lerle doğanın canına okunurken, Kanal İstanbul gibi ekolojik yıkım yaratacak projelerde hâlâ ısrar edilirken, ormanlık arazilerin hızla yitirilmesine rağmen ekolojik dönüşüm adı altında millet bahçeleri yapılırken ortada emisyonları azaltmaya yönelik gerçekçi bir plan, iklim krizini durdurmaya yönelik bir eylem yok. Üstelik kaybedecek bir günümüz bile yokken.
Yorumlar kapalıdır.