19 yıllık iktidarının uzunca bir dönemi boyunca Erdoğan ve ona alkış tutan patronlar Türkiye ekonomik mucizesinden (!) bahsedip durdu hatırlarsınız. Buna göre; Türkiye, ekonomisi en hızlı büyüyen ülkelerdendi; ihracat rekorları kırıyordu!
Mucizevi yanı belli ki zengini daha da çok zenginleştirmekte yatan bu büyüme ile birlikte dış borç arttı, dışa bağımlılık arttı, kredi borçlanmaları arttı, işsizlik arttı, enflasyon arttı, güvencesiz çalışma arttı, talan arttı. Hatta tamamı kronik bir hal aldı. Sonuç olarak, emekçiler için “büyüyen”, sosyal enkazın ve ekonomik, demokratik tüm haklar üzerindeki kıyımın boyutu oldu sadece.
Ama gelin görün ki bilanço apaçık ortada olmasına rağmen, Tek Adam rejimi -bugün hâlâ- saplandığı ekonomik bataklıkta ekonomik büyüme rakamlarına tutunma telaşında… İktidar cephesi, üçüncü çeyrekte kaydedilen baz etkisi kaynaklı büyümeyi allayıp pullamaya çalışsa da Kara Salı ile sembolik olarak cisimleşen karanlık, çoktan iktidarın üzerine çökmüş durumda.
Büyüdüğünde de küçüldüğünde de hep kendi cebindeki, sofrasındaki azalan emekçi için ise ekonomik gidişatın yönünü belirleyen tek bir gerçek ölçüt var: alım gücü!
Emekçinin öğün geçiştirdiği simidi, açması bile sofrasındaki lüks olmuşken; her üç kişiden biri temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığını ifade ederken; alım gücü dediğimiz artık doğrudan emekçi halkın “hayatta kalma kapasitesi”ni gösterir durumda.
Peki iktidar, altını çoktan oymaya başlamış bu sonuçların farkında değil mi? Elbette farkında. Peki ne yapıyor? Üç yönteme başvurduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, iktidarı boyunca en çok “ustalaştığı” şeyden, inkâr ve yalandan halen medet umuyor.
İkincisi, yine iktidarı boyunca sürekli vites artırmaktan geri durmadığı baskı, tehdit ve şiddeti bir sopa olarak göstermeye devam ediyor.
Üçüncüsü ise belki en bugüne özgü olanı. Doğrudan kendi oy tabanında da belirleyici olan toplumsal hoşnutsuzluğu, sanki yaratan kendi değilmiş gibi, “iyileştirme” yönünde birtakım vaatler ile bastırmaya, olası sosyal patlamaların önüne geçmeye ve iktidarına zaman kazandırmaya çalışıyor. Oy tabanını belki de ilk kez dini hassasiyetlerini önceleyerek bir arada tutabileceği bir cemaatin bileşenlerinden fazlası olarak; sınıfsal çelişkileri ve talepleri ile görmeye ve buna göstermelik de olsa cevap üretmeye mecbur hissediyor. Ancak tüm havuç politikaları gibi bunun ciddi bir maliyeti var; hem ekonomik hem de politik olarak. Ve iktidarın mevcut denkleminde bu belki bir yardım butonu ama sürdürüle(bile)cek bir seçenek değil.
Bir denklemin bağımlı ve bağımsız unsurları vardır. İşçi ve emekçiler, Cumhur İttifakı’nın da Millet İttifakı’nın da iktidar denkleminde, hep bağımlı unsur olarak görüldüler, görülmekteler. Oysa şimdi bir bağımsız unsur -politik özne- olarak bu denklemin sonucunu değiştirme seçeneği belki uzun zamandır olmadığı kadar mümkün.
İşte bu yüzden, politik ve ekonomik krizin yarattığı toplumsal çürüme sürecine emekten yana çözümlerimizi sunacağımız bir seçenek için kendi gücümüze dönüp bakmanın, onu örgütlemenin zamanı! “Vaatler, kırıntılar… Daha kaşıkla verirken kepçe ile aldığınız her şey sizin olsun, biz geleceği istiyoruz!” demenin vakti. Bu açıdan, bugün “emek ittifakı”, bir seçim ittifakı tartışması değil; işçi sınıfının bir özne olarak var oluş seçeneğidir.
Yorumlar kapalıdır.